Yüksek yargı siyaset mi yapıyor?
Anayasa değişikliği paketi dolayısıyla Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sık sık tekrarladığı bir iddia var: Yüksek yargı siyaset yapıyor; eğer siyaset yapmak istiyorlarsa cübbelerini çıkarıp siyasete girsinler.
Başbakan MÜSİAD’ın genel kurul toplantısında da bu görüşlerini tekrarladı: “Yargı şu anda feryat ediyor. Bakıyorsunuz ki bizden çok siyasetçi olmuşlar... Bu işi bu kadar seviyorsan cübbeni çıkar gel, siyaset meydanına çık. Nasıl olsa bu anayasa değişikliğine karşı çıkan partiler var, onlardan birine katılırsın, onlarla birlikte bu mücadeleyi meydanda sürdürürsün. Şu anda zaten iyot gibi de açığa çıktınız, kendinizi gizleyecek bir yeriniz de kalmadı.” (Cumhuriyet, 04.04.2010).
Edep ve adaptan çok sık bahseden başbakanın “iyot gibi açığa çıktınız, gizleyecek bir yeriniz de kalmadı” gibi sokak argosuna dayanan ifadelerini bir yana bırakalım ve yukarıdaki sözleri demokrasi anlayışı açısından ele alalım. Bilindiği gibi anayasa değişikliği paketindeki en önemli maddeler Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştiren maddelerdir. Yüksek yargı mensupları da bu maddeler hakkındaki görüşlerini ifade etmektedirler. Sağlam bir demokrasi anlayışında, insanların ve kurumların, kendilerini ilgilendiren yasa ve anayasa değişiklikleri hakkında görüşlerini bildirmeleri en tabii hakları değil midir? Söz gelişi yüksek öğretim ve üniversitelerle ilgili bir yasa değişikliği gündeme gelse, rektörler ve üniversite öğretim üyeleri bu konuda fikirlerini belirtmeyecekler midir? İşçi hakları ve sendikalar konusunda bir kanun tasarısı hazırlansa, işçi kuruluşları görüşlerini beyan etmeyecekler midir? Böyle bir demokrasi anlayışı düşünülebilir mi? Üstelik “katılımcı demokrasi, çoğulculuk” gibi kavramları da dilimizden düşürmüyoruz.
Aslında yüksek yargıyla ilgili bir anayasa düzenlemesinde tabii olan yüksek yargı kuruluşları ile uzlaşma hâlinde bulunmaktır. İktidar buna önem vermediği gibi ilgili kurumların görüş bildirmelerini de “siyaset yapmak” olarak suçlamaktadır. Bu bence eksik ve sakat bir demokrasi anlayışıdır. Yargı mensuplarının görüşlerini eleştirebilirsiniz. Mesela “Avrupa ülkelerinde de yüksek yargı üyelerini çoğunlukla parlamentolar seçiyor” gibi eleştiriler getirebilirsiniz. Bunlar ayrıca tartışılır. Ancak görüş bildirilmesinden rahatsız olmak ve bunu siyaset yapmak şeklinde nitelemek doğru bir demokrasi anlayışı değildir.
Başbakanın şöyle bir eleştirisi de var: “Siyasi arenada olanların yaptıkları açıklamalarla sizin açıklamalarınız bire bir, kelimesi kelimesine örtüşüyor. Kendinizi artık gizleyemezsiniz. Artık bu kadarına da pes...” (aynı yer). Gerçekten bu kadarına da pes! Paketi eleştirenlerin görüşlerinin örtüşmesi kadar tabii bir şey olabilir mi? Başbakan ne istiyor, anlamıyorum. İktidar ne isterse yapsın; siyasetçiler dışında toplumun hiçbir kesiminden ses çıkmasın... Başbakan bunu mu istiyor? Pardon, galiba İmralı’dakinin görüş bildirmesine de engin demokratik anlayışımızdan dolayı tahammül edebiliyoruz.
Bilindiği gibi anayasalar devletlerin en temel düzenleyici sözleşmeleridir. Dolayısıyla anayasalar, ya devletlerin kuruluşu sırasında hazırlanır; ya da olağanüstü durumlardan sonra değiştirilir. Böylece bir anayasa bütün toplumda beliren bir ihtiyacın, çok geniş katılımlı ortak bir iradenin sonucu olarak ortaya çıkar. Elbette normal zamanlarda da anayasaların değişmesi mümkündür. Ancak “bütün toplumda beliren bir ihtiyaç ve çok geniş katılımlı ortak bir irade” yine söz konusu olmalıdır. Yapılacak değişiklik toplumun çok büyük bir çoğunluğunu kucaklamalı ve memnun etmelidir. Şu anda gündemde olan değişiklik paketi konusunda toplumun büyük çoğunluğunu içine alan bir uzlaşma maalesef mevcut değildir. Yapılacak bir referandumda paket, %50’yi çok fazla aşmayan bir çoğunlukla kabul edilmiş olsa dahi büyük bir rahatsızlık yaratacaktır. İktidarlar toplumda -kendilerine oy veren kesimde değil bütün toplumda- rahatsızlık meydana getirmek için değil, huzur sağlamak için vardırlar. Bu sebeple başbakan ve AKP iktidarı anayasa değişikliği konusunu yeniden düşünmelidir.