Yozlaşan AKP iktidarı ve direniş
Bir süre önce Başbakan Erdoğan, Zeytinburnu’nda yükselen ve şehrin siluetini bozan ‘OnaltıDokuz’ isimli kulelere tepkisini dile getirmiş, “Sahibiyle konuştum. Tıraşlayın dedim. Ama hiçbir şey yapmadılar. O yüzden çok kırıldım, 5 yıldır konuşmuyorum” demişti.
İstanbul 4. İdare Mahkemesi yapı ruhsatını ve gökdelenlerin yapımına onay verilen planların iptaline karar vermiş, “gökdelenler hukuka aykırı, yıkılmalı” demişti.
Bu ülkede yalnız Başbakan’ın değil vatandaşların da yaşadıkları kentin dokusunu bozan, halkın yaşam alanını tehdit eden yapılaşmaya karşı olma, söz söyleme ve itiraz etme hakları vardır. Başbakan’ın, kendisinin yaptığı itirazın benzerini geniş halk kitlelerinin yapmasından sevinç duyacak yerde, öfke duyması tam bir çelişkidir.
Halkın, itirazlarını toplantı, gösteri ve yürüyüş yaparak ortaya koyması ise demokratik hakkıdır. Hiç kuşkusuz bu haklar hiçbir zaman yakma, yıkma, kırma ve dökme anlamına da gelmemektedir. İşin bu tarafı bir bahsi diğerdir.
Başbakan Erdoğan’ın Gezi Parkı olayları dolayısıyla takındığı tutumun savunulacak hiçbir yanı yoktur. Gezi Parkı’ndaki düzenlemeden geri adım atılmasını talep eden geniş kitlelerin eylemlerine karşı, Başbakan, “Kimse kusura bakmasın, biz onu yapacağız” dedi ve kitlelere adeta meydan okudu. Tam da bu sırada mahkeme konuyla ilgili olarak yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu durum kitleleri iyice germiştir.
Başbakan’ın, CHP lideri Kılıçdaroğlu’na yönelik “Senin 100 bin topladığın yerde ben 1 milyon kişi toplarım. İşi buraya getirmeyin” diye meydan okuması da diğer bir gerilim kaynağı olmuştur. Başbakan gerilimi düşürmek, itidal, sağduyu ve sükûnet tavsiye edecek yerde meydan okumuştur. Kitleler bu söz ve restleşmelerden dolayı iyice tahrik olmuştur.
Başbakan Erdoğan, CHP’lileri kast ederek “‘Taksim’e yürüyeceklermiş’ dediler. Bırakın yürüsünler, dedim” dedi. Bu söylemiyle Başbakan Erdoğan, yasaların yerine hatta üstüne kendisini koyduğunu ifade etmiş oluyor. Yürüyüş yasal bir haktır ve yasalar çerçevesinde kullanılır. Hukuk devletinde Başbakan istediği için değil, yasalar izin verdiği için kitleler yürüyebilir. Başbakan’ın “yürüsünler” dediğinde kitlelerin yürüdüğü, ‘yürümesinler’ dediğinde ise kitlelerin durduğu bir ülkede yasaların değil Başbakan’ın egemenliği vardır.
Olaylar bütün sıcaklığıyla devam ederken Başbakan Erdoğan’ın ağzından gerilimi daha da artıran şu sözler çıkmıştır: “Türkiye’de evlerinde zor tuttuğumuz bir yüzde 50 var.” Bu üslup ile sözler kışkırtıcı ve tehdit edicidir. Bunlar Başbakan’ın telaffuz dahi etmekten kaçınması gereken sözlerdir. Ancak Başbakan Erdoğan’ın, kriz sırasında sağduyu ve itidal içeren hiç bir söylemi olmamıştır.
Diğer yandan vatandaşların Gezi Parkı’nda yaşananları tencere ve tavalara vurarak protesto etmesini Başbakan Erdoğan, “Tencere tava, hep aynı hava” diyerek adeta alaya almıştır. Kendisi gibi düşünmeyenlerin duyarlılığıyla alay eden bir zihniyetle Türkiye karşı karşıyadır.
İktidarın baskısını, bu kadar geniş bir kitlesel hareketi yok farz eden medyanın tutumunda da görmek mümkündür. Medya, iktidarın şiddetini üzerine çekmemek için Taksim’de yaşananları yayınlayamamıştır, gerçekleri halka duyurmamıştır. Bir ülkenin medyası gerçekleri saklıyorsa o ülkedeki özgürlüklerin ne halde olduğunu söylemeye gerek yoktur!
Gezi Parkı nedeniyle yaşananlar, iktidarın yöneldiği totaliter tavrı, açıkça işaret etmektedir. Siyaset bilimciler, ‘iktidar süresi uzadıkça iktidar sahiplerinin ellerindeki kamu gücünü otoriter şekilde kullanma eğiliminin arttığını’ yazarlar. ‘Bu şartlarda da toplumun çeşitli kesimlerinde iktidara karşı tepkiler de artar!.. Toplumun yönetilmesi zorlaşır, ‘yönetilebilirlik’ sorunu ortaya çıkar’ derler.
“İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar” sözü de boşuna söylenmemiştir. AKP kadroları iktidarın yozlaştıran doğasından yeterince nasiplerini almışlardır.