Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Adnan İSLAMOĞULLARI
Adnan İSLAMOĞULLARI

Yorgun karınca...

Ağzındaki su damlasıyla kendi cürmüne kıyasla devâsa bir ateşe su taşıyan karıncayı tanıyorsunuz...

Bir meydanda odunlardan büyük bir yığın yapıp tutuşmuşlardı hani, o kadar büyüktü ki ateş, alevleri bulutlara kadar yükselmişti. Bütün mahlûkat ateşten korkmuş kaçmışlardı. Gücünü göstermek isteyen, herkes anlasın istemişti gücünü, kudretini hani.

Bir karınca düşmüştü yola, ağzında bir damlacık su ile...

Yolda kendisini görüp "Ne yapıyorsun?" diye soran diğer karıncaya "Haberin yok mu, İbrahim'i yakacaklar meydanda, ateşi söndürmeye gidiyorum".

Diğer karıncaya komik gelmişti bu gayret.

"Senin, ateşin büyüklüğünden haberin yok galiba, bir damla su ile mi söndüreceksin o alevi göklere yükselen ateşi?".

"Olsun" dedi karınca, "Hiç olmazsa hangi taraftan olduğum anlaşılır..."

***

Karıncanın tarafı, safı hiç değişmedi...

Hep hakkın yanında, hep mazlumun yanında, hep mağdurun yanında, hep haklının yanında ve tabii hep zâlimin karşısında oldu.

Ayak basmadık bir mazlum coğrafyası yoktu.

Ateşi yakanların kudretini, ateşin büyüklüğünü bilmedi hiç, yaptığı tek şey bir damla su ile ateşe doğru gitmekti.

Ateşi büyütenleri, ateşe odun atanları, ateşe benzin dökenleri fark etmedi, başını çevirmedi hiç o yöne.

Karınca hep aydınlıktaydı, kendini hiç gizlemedi, odunları çatanlar, ateşi yakanlar, ateşe rüzgâr olanlarsa hep karanlıkta. Yüzlerini hiç göstermediler.

Mazlumun sakasıydı karınca, dev ateşler içinde yanan mazlumun sakası.

Ateş hiç sönmedi. Yangın hiç bitmedi. Odun hiç tükenmedi. Rüzgârı hiç dinmedi ateşin.

Ne Endülüs'te. Ne Yemen'de. Ne Galiçya'da. Ne Balkan'da. Ne Kafkas'ta. Ne Türkistan'da. Ne Irak'ta. Ne Suriye'de. Ne Anadolu'da. Ne Türk ilerinde, ne de ümmet coğrafyasında ateş hiç sönmedi. Yangın hiç bitmedi. Odun hiç tükenmedi. Rüzgârı hiç dinmedi ateşin. Karınca hep oralardaydı, hep ateşe doğruydu yolculuğu, ağzındaki bir damla su ile...

Ne Yahya'yı yalnız bıraktı karınca, ne İsa'yı.

Kimsesizlerin kimsesizi Muhammed'in de yanındaydı.

Oğuz'un yetimleri birer birer düşerken Çanakkale'de siperlerin arasındaydı karınca.

Filistinli Muhammed babasının kucağında kurşunlanırken, Ebû Garib cezaêvinde Arap kadınlarının iffetine musallat olurken beyaz adamın işgâlci askerleri, Ümran kötülüğü anlamayan bakışlarıyla yanarken, Aylan bebek sâhile vururken insanlık dramı olarak, Halep'te Türk balaları can verirken, bir kaymakamlık makâmında bombayla hayatını kaybeden Muhammed Fatih'in oğlu, "anne, babam nerede?" derken tabuta bakarak, karınca hep ateşe ve ölüme doğru revân oldu, ağzındaki bir damlacık su ile...

Ne hayallerimiz vardı...

İşçi sınıfı iktidar olacaktı kimimizin hayallerinde...

İşçi sınıfı iktidar olamadı.

İslâm dinarına geçilecek, bir tarağın dişleri gibi olunacak, Fırat'ın kenarındaki koyunun hesâbından haşyet ile titreyecekti kimilerimiz...

Fırat'ın kenarındaki koyun kimseyi titretemedi haşyet ile.

Gülden terâzilerde gül tartacak ve insan haddehâneleri kuracaktı kimileri.

Gülden terâzilerde gül değil devleti tartmaya kalktılar, tartamadılar, insan haddehâneleri kuramadılar, deste deste para tarttılar, insan yiyen canavarlara dönüştüler.

Türk birliği kurulacak, Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan; Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir, Turan olacaktı, Kurt Karaca'nın milliyetçi Türkiyesi'nde doğacaktı çocuklarımız, Bozkurt çiftliğimiz olacaktı, âleme nizam verecektik tekrar, kıtaları atlastan kumaş gibi biçecektik, soluk yapraklar uçuşacaktı, dökülecekti bir nefeste Bozkurtların Başbuğları kükreyince...

Ve...

Soluk yapraklar da uçuşmadı, dökülmedi bir nefeste...

Ne hayallerimiz vardı... Artık, suya düşen aksimizi değil, suya düşen hayallerimizi görüyoruz yalnızca.

Karınca yorgun...

Bunca devâsa hayâlin içinde en sıradan, en mütevâzı bir hayal hiç tâzeliğini ve gerçekleşme ihtimâlini kaybetmedi; bir sâhil kasabasında tek ü tenhâ bir hayat ve denizin bin bir hâlini izlemek, tüm yıkılan hayalleri, tüm inkisarları denizin bin bir hâlinden birinin içine atmak ve dalgaların arasında yok oluşunu izlemek, dalgaların arasında beliren portrelere bakmak acıyla, hüzünle, bâzen de merhamet ile ve bâzen esef ile, hayıf ile...

Karınca yorgun.

Ağzında bir damla suyu taşıyacak tâkatten ve ümitten de mahrum.

Ateşe bir damla su taşırken, ellerinde körükle ateşi rüzgârla besleyenlerden ikrah etti...

Ve karanlıkta itfaiyenin hortumlarını kesen abus'ül vech, kerih'ül menzârdan da "illallah" dedi...

Yazarın Diğer Yazıları