Yönetemiyorsunuz...
Kabul edin ki yoruldunuz. Her açıdan yoruldunuz, yıprandınız. On beş yıllık bir iktidar siciliniz var ki pek de parlak değil. Siyaseten yoruldunuz. Kadrolarınız yoruldu. Fikirleriniz yoruldu...
Gelişinizin en parlak sloganı "biz değiştik"ti.
Zaman geçtikçe değişmediğinizi ve değişemeyeceğinizi gördü ülke.
Cumhuriyet ve cumhuriyetin kuruluş fikirleriyle ve kadrolarıyla çatışarak büyümüştünüz, bugün de yine aynı çatışmanın içindesiniz.
Kendi tâbirinizle "90 yıllık reklâm arası" sandınız Cumhuriyet'i, oysa değildi, kurucularını "iki ayyaş" sandınız, oysa değildi. Malazgirt'in, Çanakkale'nin, Sakarya'nın ve binlerce yıllık Türk devlet geleneğinin bir devamıydı Cumhuriyet. Çok ağır bedeller ödenerek kurulmuştu. Dürüst insanlardı, kahraman insanlardı kurucuları. Siz onları bizim gibi ve bizim kadar sevmek zorunda değildiniz şüphesiz, lâkin saygı duymak zorundaydınız, ama duymadınız.
Yesevî'inin, Hacı Bayram'ın, Yunus'un, Mevlâna'nın, Hacı Bektaş'ın ektiği sevgi tohumlarıyla sarmıştı İslâm bu toprakları, Ömer'in "Câmiyi yık ama adâleti yıkma" düsturu devletin ana prensibiydi, çok dinli ve çok kültürlü bu topraklara hükmederken. Fakat siz birleştirici değil, ayrıştırıcı oldunuz, seven değil tahkir eden oldunuz, anlayış gösteren değil kendiniz gibi olunmasını isteyen oldunuz. Beslendiğiniz kaynaklarınız bu topraklara ait değildi, Orta Doğu'nun yüz yıllık buhranlarını taşıdınız ülkeye.
Bu sebeplerle dış politikayı hiç anlamadınız, dış politikanız iflâs etti. İçinde büyüdüğünüz ütopik İslamcı anlayışın İslâm coğrafyasında bir karşılığı olduğunu sandınız. Yanıldınız. Orta Doğu'nun devletlerinin yüz yıl evvel bir İngiliz cetveliyle çizilip başlarına kuklaların getirildiğini bildiğiniz hâlde, hiçbir karşılığı olmayan bir Orta Doğu hâmiliğine soyunup, Orta Doğu'nun her biri ayrı şüpheli İslâmcı örgütleriyle iş tutarak ülkeyi maceranın içine attınız. Mülteci problemini bir devlet gibi yönetemediniz, ülkenin tamamına yayılmış ve ne oldukları, kim oldukları bilinmeyen milyonlarca mültecinin içine sızmış teröristleri ayıklamadınız. Bunun karşılığını patlayan bombalarla ve giden canlarla ödedi ülke.
Bürokrasiyi ve sandıktan çıkan millî irâde yetkinizi yönetemediğiniz gibi aynı zamanda pervâsızca paylaştınız. Bu pervasızca paylaşımınızın diyetini de 17 ve 25 Aralık'ta ve nihâyetinde 15 Temmuz'da hem siz çok ağır ödediniz, hem millet, hem de devlet. Bunun karşılığında yalnızca "Allah bizi affetsin" dediniz.
Batı'da başka, Doğu'da başka konuştunuz. Bugün de aynısını yapıyorsunuz. Bir yandan "Tek dil" diyorsunuz bir yandan Kürtçe pankartlar asıyorsunuz. 15 Temmuz sonrası Arif Nihat Asya'nın şiirleri düşmüyordu dilinizden, hatta bir ara Nihal Atsız bile okudunuz, şimdi dilinizde isyancı Şeyh Sait var.
Ekonomiyi yönetemediniz. İşsizlik %14'leri buldu. On beş yılda bacası tüten bir tek fabrika yapmadınız. Ekonomiyi üretime değil, ranta endekslediniz. Dış borçlar ve yap işlet devret modeliyle yine dış borçlarla yollar, köprüler yaptınız, bunu da kalkınma olarak pazarladınız. Oysa kalkınmanın üretime dayalı olduğunu bilmiyor olamazdınız, ama yapmadınız.
Dün Oslo'da PKK ile pazarlık yapıyordunuz, dün İmralı'daki bebek katili ile anayasa görüşmeleri yapıyordunuz, dün Diyarbakır'da bebek katilinin Nevruz mesajının okunmasını demokrasi diye pazarlıyordunuz, dün Barzani ile kol kola Şivan Perver ile 'Megri Megri' söylüyordunuz. Bugün başka telden çalıyorsunuz.
İnandırıcılığınız kalmadı...
Şimdi bu ve buna benzer tüm yorgunluklarınızla referanduma götürüyorsunuz Türkiye'yi ve Başkanlık sisteminin Türkiye için tek kurtuluş reçetesi olduğunu, Başkanlık sisteminin (ya da adına ne diyorsanız) Türkiye'de terörü önleyeceğini, ekonomiyi şâha kaldıracağını söylüyorsunuz. Tek başına iktidar olduğunuz on beş yılda yapamadıklarınızı bir başkanlık sistemiyle nasıl başaracaksınız?
Her şeyden evvel şu soruyu cevaplayamıyorsunuz.
Madem ki 16 Nisan referandumundaki 'evet' oyları Türkiye'yi güllük gülistanlık edecek, neden 2019'a kadar bekliyorsunuz?
Bu sorunun cevabını veremediğiniz için inandırıcı değilsiniz.
Kabul edin ki artık yoruldunuz ve Türkiye'yi yönetemiyorsunuz. Bırakınız Başkanlık, Partili Cumhurbaşkanlığı, Parlamenter Sistemi bir yana, sizin probleminiz sistem değil, yönetememek, artık yönetemiyorsunuz.