Yolsuzluk, rüşvet ve yargı
Başbakan Tayyip Erdoğan Pakistan dönüşü gazetecilere şunları söylüyor: “Halkbank müdürünün evinde çıkan bir şey, bankayla ilgisi var mı? Böyle bahsedilmesi, vatana ihanettir. Müdürün dürüstlüğünden en ufak şüphem yok. Olsa olsa saflığının kurbanı olmuştur. Bunu farklı yerler çekme gayreti olacaktır. Süleyman Bey bunun dekontunu vermiş mi vermemiş mi?”
Erdoğan evden bu kadar paranın çıkmasını vakay-i adiyeden göstererek şunları söylüyor: “Günlerdir Halkbank Genel Müdürü’nün evinden çıkan kutular konuşuluyor. Kim bunların servisini sizlere yaptı? Eğer evinde para çıktı diye, bir insan anında suçlu olamaz” anlamına gelen sözler ediyor.
Bütün bunlar başkalarından örnek verilerek normal gösteriliyor. Bu da yetmiyor ayakkabı kutuları içinde 4.5 milyon dolar çıkan genel müdürün “dürüstlüğünden en ufak şüphesi olmadığını” söylüyor. Rüşvet operasyonu sonucunda tutuklanan Rıza Sarraf için de “Ülkeye katkısı olan, hayır işlerine giren biri” olarak söz ediyor.
Başbakan Erdoğan, operasyon sırasında tespit edilen çantalı görüntülerle ilgili olarak da şunu söylüyor: “AB Ofisi’ne çantayla girdi, çantasız çıktı diyorlar. Teslim edilirken bir görüntü var mı?.. Belki o çantayla kitap falan götürülmüştür.” Kendini bir kez daha mahkemenin yerine koyarak çanta ve çantanın içindekiler konusunda yargıdan önce Başbakan kanaat bildirmekten çekinmiyor.
Başbakan Erdoğan’a göre ayakkabı kutularındaki 4,5 milyon dolar sorun değil, sorun dekontlarının olup olmadığıdır. O da ayarlanabilirse her şey normalleşecektir.
Bakan çocuklarının evinden çıktığı iddia edilen para sayma makineleri ve kasalarla ilgili olarak Başbakan Erdoğan’dan henüz bir açıklama gelmiş değildir. Bedeli 750 bin lira olduğu iddia edilen kol saatlerinden ve aile boyu hediye umre seyahatleriyle ilgili olarak da Başbakan Erdoğan, doğrusu olumlu ya da olumsuz henüz bir kanaat bildirmiş değildir.
Rüşvet ve yolsuzluk iddialarının aktörlerine yönelik olarak olumlu, ılımlı ve hayırhah değerlendirmeler yapan Başbakan Erdoğan, yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu yapanlar için tam tersi bir tutum sergilemiştir.
Başbakan ve adamları yolsuzluk operasyonunu yapanları komplocu, paralel devlet için çalışan örgüt mensubu, çeteleşmiş hakim-savcı-polis üçgeni olarak nitelendirmiştir. Dahası Adli Kolluk Yönetmeliği’nin değişikliğinin anayasaya aykırı olduğunu açıklayan HSYK için de ‘yetkim olsa HSYK’yı anında yargılardım” diyor.
Başbakan Erdoğan genel olarak da yargıya: “Yargıya sesleniyorum: Siz de içinizdeki kirlileri temizleyin. Siz de öyle tertemiz değilsiniz. Bizim de bildiklerimiz var” diyerek yargıyı resmen tehdit ediyor.
Daha sonra da işi daha da bireyselleştirerek şunları söylüyor: “O savcı var ya, iş takip ediyor iş. O savcının isteğini belediye başkanım yerine getirmediği için bunu başlatıyor”.
Bu bağlamda operasyonu yöneten savcıların görev yapmaları engelleniyor. Adli kolluk yönetmeliği değiştiriliyor. Polis müdürleri dağıtılıyor.
Yandaş gazetelerde savcılarla ilgili iddia ve ithamlardan geçilmez oluyor. Operasyon yapan savcı ise ‘iktidar operasyonu durdurmamı istedi’ iddiasında bulunuyor. Savcı şüyu vukuundan (söylentisi olmasından) beter şu iddialarda bulunuyor: “Saygı duyduğum 2 kişi Başbakan tarafından bana gönderildi. Bursa’da görüştüm.” Getirilen mesajda “Başbakan’dan özür dileyip, soruşturmaların durdurulmaması halinde zarar” göreceğini söyleyip kendisini tehdit ettiklerini ifade etmiştir.
Yürütme ve yargı arasında iddialar, ithamlar ve suçlamalar birbirini takip ediyor. Yürütme galeyana geliyor ve HSYK’ya son darbeyi vurmak üzere harekete geçiyor. Mücadele halen yasamada devam etmektedir.
Bu arada Anayasanın 138. Maddesi; “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” diyor. Bunlar Anayasa’da yazıyor!