Yolsuzluk ekonomisi (28 Mart 2014)
Yarım asır öncesine kadar yolsuzluk, hep siyaset bilimi ve sosyoloji alanı içine giren bir konu oldu. Bu döneme kadar iktisat alanında yapılan araştırmalarda yolsuzluk, adeta tabu olarak görüldü. Ancak bu tabu 1970’lerden bu yana değişti. 1975 yılında Rose-Ackerman bir makalesinde Yolsuzluk Ekonomisi, “Economics of Corruption” isimli bir makale yayınladı. O tarihten beri yolsuzluk ekonomisi alanında çok sayıda makale ve kitap yayınlandı.
Yolsuzluk ekonomisi ile savaşmak için, dünyada birçok organizasyon kuruldu. Nobel Ödüllü İktisatçı Gary Becker ve Amerikalı Yargıç Richard Posner halka açık tartışma yapılan bir blog (Web ağ günlüğü) açtılar.
Bazı üniversiteler yolsuzluk ekonomisini ders olarak koydular. Bunlar arasında Kanada Regina Üniversitesi, ABD Florida State Üniversitesi ve Almanya Passau Üniversitesi gibi üniversiteler de var. Bu derslerde, “Gelişmekte olan ve geçiş ülkelerinde ekonomik, sosyal ve politik bir sorun olarak yolsuzluk, rant arayışları ve rant ekipleri, yolsuzlukla verimlilik arasında ilişki, bazı yolsuzluk kaynakları: Gelir toplama, dış yardım, doğrudan yabancı yatırım, yoksulluk düzeyindeki ülkelerde yolsuzluğun büyüme ve kalkınmaya etkisi” gibi konular okutulmaktadır.
Maalesef Türkiye, gelişmekte olan bir ülke ve bir geçiş toplumu olmasına rağmen, üniversitelerinde yolsuzluk ekonomisi okutulmuyor. Yine yolsuzlukla mücadele eden etkili sivil toplum örgütleri mevcut değil. Tersine yapılan anketlerden, Türkiye’de halk yolsuzluğu, önemli bir sosyal problem olarak görmüyor. Yolsuzluğun kendi huzurunu bozduğunun, kendi cebinden çıktığının farkında değil. Bir ekonomide yolsuzluk, ekonomideki kaynakların yanlış kullanılmasına neden oluyor, verimlilik düşüyor, haksız zenginleşmelere neden oluyor ve haksız rekabet ortaya çıkıyor ve gelir dağılımı bozuluyor.
Bugüne kadar birçok ülke deneyimi göstermiştir ki Başkan veya Başbakan gibi siyasi iktidara ve siyasi güce hakim olanların yaptıkları yolsuzluklar bütün bu gibi ekonomik sorunları daha da tırmandırmış ve sonunda dikta çıkmazına dönüşmüştür.
Yolsuzluğun sonunda dikta çıkmazına dönüşmesi şöyle oluşuyor: Özellikle gelişmekte olan ve demokrasiye geçiş toplumlarında, siyasi güçle ekonomik güç arasında doğrudan bir ilişki oluşuyor. Siyasi gücünü ekonomik güçle desteklemek isteyen ve bu gücün kalıcı olmasını sağlamak isteyen liderler, kaynağı yolsuzlukta buluyor.
Daha çok para, daha çok güç edinmek isteyen liderler bu defa rant kaynaklarını tek elden yönetiyor. Bu çerçevede ülkedeki siyasi güçleri, medya, çıkar grupları, yabancı sermaye aracılarını, elinde tutmak için onlara daha fazla imkan sağlıyorlar. Kendilerini kayıtsız şartsız destekleyecek kendi zenginlerini yaratıyorlar.
Bir yandan da, bütçeden halka doğrudan yardım yapıyorlar. Ayrıca borçlanarak veya kaynakları daha hor kullanarak altyapı yatırımlarını hızlandırıyorlar. Çünkü yine iktisatta “Yolsuzluk ekonomisi içinde yolsuzluk teorisi” (Theory of corruption) diye bir teori de var. Bu teoriye göre, her toplum, hizmet yapan iktidarların yolsuzluklarını hoş görme eğilimindedir. Yolsuzluğun boyutunu artıranlar, bu defa iktidarı bırakmaktan korkuyor. İktidarda kalmak için daha çok güç ve daha fazla manipülasyon yaparak her şeyi tek elde toplamak zorunda kalıyorlar. Sonuçta diktatör oluyorlar. Dünyada yolsuzluğun diktaya dönüşmesi ile ilgili örnekler çoktur. Bunlardan bir örnek Suharto’dur.
Endenozya’da Suharto, gücünü iki kurumdan alıyordu. Birincisi kendi kurduğu devlet partisi Golkar Partisi... İkincisi ise içinden çıktığı ordu. İktidarına ayrıca “yeni düzen” adını takmıştı. Golkar aynı zamanda manipülasyonuyla gerçekleşen demokratik seçimlerle ulusal ve uluslararası arenada meşruiyetini sağlamıştı.
Suharto, önceki iktidarların siyasi kargaşa içinde yapamadığı ülkenin çeşitli yerlerinde keşfedilen doğal kaynakların işletmesini Batılı şirketlere verdi. Ekonomi canlandı. Altyapı çalışmalarına hız verdi. Endenozya’nın GSYH’sı otuz yılda on kat artarken, Suharto 35 milyar dolar servet edindi. Ne var ki 32 yıl sonra bir yumrukla devrildi.