Yoksa Güneydoğu Eğreti Vatan mı?
“Devlet çöküyor, vatan parçalanıyor” derken ve yıllardır “Bu gidişin sonu bir iç savaştır” diye çırpınırken üzerimize yapıştırılmayan olumsuz sıfat kalmadı.
Ama işte o günler geldi çattı.
Hâlâ üç maymunları oynayanlar, hâlâ gaflet içersinde uyuyanlar ve hâlâ “ihanetlerini” gözümüzün içine baka baka sürdürenler var.
Beyler biz bu filmi ilk defa görmüyoruz.
Bakınız Hüseyin Mümtaz, “Eğreti Vatan” yazısında “Biz Osmanlı İmparatorluğu’nun son çocuklarıyız. Biraz büyüyüp kendimize geldiğimiz zaman memleket sınırlarının bir ucu Adriyatik, bir ucu Fars kıyılarındaydı. Rüştiye Mektebi’nde okuduğumuz coğrafya kitabına göre ülkemiz daha da büyüktü. Mısır ve Sudan, Bulgaristan Prensliği, Bosna ve Hersek sınırlarımız içindeydi. Henüz Tuna’lar, Nil’ler ve Fırat’lar Türkiye’siydik. Şimdiki Doğu petrollerinin bütün kaynakları topraklarımızdaydı.
Ben 1894 yılı başlarında doğmuşum. Yirminci yüzyıldan altı yaş büyüğüm demek! İlkokula gittiğimde Plevne ve son Yunan zaferinin hatıraları henüz tazeydi. Hocalarımız Osmanlı hanedanının zafer destancılarıydılar. Son harpte Rusların Yeşilköy’e kadar geldiklerini bize söylemezlerdi bile. Yalnız Gazi Osman ve Gazi Ethem paşaların savaş hikâyelerini dinlerdik. Eğreti Bir Vatan üstünde oturduğumuzun farkında değildik”. (“BATIŞ YILLARI” . F.R.Atay. Pozitif Yay. Mayıs 2011. S.8)
1919-1920’lerde “Eğreti Vatan”ın milyonlarca kilometrekarelik bölümü elimizden çıktı, düşman İzmir’e, İstanbul’a, Bursa’ya, Adana’ya, Maraş’a, Urfa’ya ayak bastı. Türkü Kürdü ile bu toprağın insanına ancak zengin bir köy ağasının sülalesi ile sığabileceği bir alan kalmıştı ki Mustafa Kemal Samsun’a çıktı. O günleri de İsmail Şefik Aydın’ın, “Nereden Nereye Gelmişiz” başlıklı yazısından bir bölümle hatırlayalım:
“Millî güçlerin, Erzurum Kongresi için hazırlıklar yaptığı günlerde, böyle bir kongrenin toplanmasını kendi millî çıkarlarına aykırı bulan, zamanın en büyük emperyalist gücü İngiltere de, Anadolu’da başlayan Millî Hareket’in önünü kesmeye çalışmaktaydı. Bu amaçla, İngiliz Albayı Ravlenson, Mustafa Kemal Paşa’yı Erzurum’da ziyaret eder ve aralarında şöyle bir diyalog geçer:
Ravlenson: ‘İşittiğime göre burada bir kongre açacak imişsiniz?’
Mustafa Kemal Paşa: ‘Evet, milletçe açılması kararlaştırılmıştır.’
Ravlenson: ‘Açılmaması daha münasip olacaktır.’
Mustafa Kemal Paşa: ‘Kongre muhakkak toplanacak ve gününde açılacaktır. Millet buna karar vermiştir.’
Ravlenson: ‘Fakat hükümetim bu kongrenin toplanmasına müsaade
edemez.’
Mustafa Kemal Paşa: “Ne hükümetinizden, ne sizden müsaade istemedik ki!”
Ravlenson: ‘Kongreden vazgeçmezseniz kuvveti cebriye ile toplantının dağıtılması mecburiyeti hâsıl olacak!’
Mustafa Kemal Paşa: ‘O hâlde biz de, mecburî ve zarurî olarak kuvvete kuvvetle karşı koyar ve herhâlde milletin kararını yerine getiririz!”
Bu konuşmanın yapıldığı tarihte Mustafa Kemal Paşa askerlikten istifa etmişti; ne Meclis açılmıştı; ne emrinde bir ordusu ve ne de parası vardı; fakat buna rağmen dünyanın en büyük emperyalist gücünün temsilcisinin karşısında çelikten iradesiyle dimdik ayaktaydı! Heyet-i Temsiliye’nin, Erzurum’dan Sivas’a, emekli Binbaşı Selahattin Bey’in, tüm birikimi olan bin lirasını vermesi sayesinde gidebildiğini de burada belirtelim.
İşte bu şartlar altında Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Şimdi tutmuş bir avuç bölücü Türkiye’den ayrılacağız, Apo’yu peygamber ilân edecek, din olarak Zerdüşlüğü seçeceğiz, olmazsa Hıristiyan olacağız diyor ve amaçlarına ulaşmak için Cizre’deki bir yurtta Kürt öğrencileri diri diri yakmaya bile yelteniyorlar.
Ev ev gezip oy verecekleri adayları empoze ediyor, aksi takdirde ocağınızı söndürürüz tehdidi savuruyorlar.
Mevcut kanunlarla bütün bunları yapanlar “Özerk” oldukları gün bölgede bir tek Türk ve Türklerle birlikte yaşamak isteyen tek bir Kürt bırakacaklar mı sanıyorsunuz?