Yine Orta Doğu, yine İngiltere, yine "hasta adam"

Bulgar ve Yunan'ın Selanik'e dayandığının dahi farkında olmadığı Selanik sürgününde, Damat Ferit ve Arif Hikmet kendisine "Osmanlı'nın dört düvelle harp halinde" olduğu haberini getirdiğinde kulaklarına inanamamıştı "Abdülhamid Han".

Hele ki bu "dört düvel"in "Yunanistan, Bulgaristan, Karadağ, Sırbistan" olduğunu ve Devleti Aliye'nin bu ittifaka yenilmek üzere olduğunu duyunca şaşkınlığı iyice artmıştı.

Nasıl olurdu?

"Dört düvel birleşir de hiç mi haberleri olmazdı, bu nasıl bir gafletti?"

Hem sonra "Bu devletler birleşemezlerdi ki!"

Nam-ı diğer "Osmanlı'nın son -gerçek- padişahı" içinde bulunduğu ruh halini ifade için "Kahrolmaktan daha yaman bir söz" aramak durumunda kalmıştı:

- Mahvoldum...

***

Bir şeyi çok istersen, ama çok istersen olur derler;

Bütün siyasi kariyerini -kumpasa ortak olmak pahasına- Abdülhamit'in indirildiği tahta oturmak üzerine kurgulayan ve nihayetinde onunkine benzer bir "kudret" sergileyenler, Suriye'de dostlarının düşmanlarıyla ittifak halinde kuyularını kazışlarına bakıp da "mahvoldum" idrakine erebildiler mi henüz emin değilim. Ama oturup eni konu planlasanız ancak bu kadar denk getirebileceğiniz bir tesadüfler-tekerrürler dizisine tanık oluyoruz:

İktidara sahip olanlar "Cumhuriyet tarihinin en büyük terör saldırısı" sonrası hislerini 2. Abdülhamid ile özdeşlik kurarak tarif ediyorlar...

İngilizler, iktidar sahiplerini, manidar şekilde aynı döneme atıfla "hasta adam" diye tanımlıyorlar; üstelik de bu hasta adama karşı 150 yıl öncekine benzer bir pozisyon alıyorlar;

Hemen öldürmeyelim; bir müddet daha süründürerek yaşatalım!

Çünkü "Türkiye'nin, sınırlarında süre giden savaşı durdurması gerek. Devam ederse Kürtler eninde sonunda ülkeden kopacaklardır. Dağılan bir Suriye ve Irak, sadece Lübnan gibi ülkelerin istikrarını tehdit etmez. Bu ufalanmanın aynı zamanda NATO'nun güneyini de dağıtma potansiyeli var."

Dolayısıyla mülteciler meselesinde olduğu gibi hâlâ zoraki de olsa "iş birliği" yapabileceğini göstermişken şamar oğlanına döndürmek için erken...

Tıpkı 150 yıl önce olduğu gibi, almak istediklerini garantilediklerinde çekecekler "hasta adam"ın fişini...

"Hasta adam"ın akıbetine dair, tarihin ibret almayı hiç denemediği sayfaları yeniden yazıladursun, bu kaçınılmaz akıbetin yolunu döşeyen "trajedi"lerden biri olan Ankara katliamı, "madalyonun görünen yüzü"nde IŞİD'e; yani "Allah ile aldatma" mekanizmasına sahip bir "dinci terör örgütü"ne fatura edildi.

Ve IŞİD, tıpkı bu toprakların 100 yıl önceki kimi şeyhleri, seyyidleri, hafızları, hocaları gibi Sait Molla gibi mesela, Mustafa Sabri gibi mesela, İskilipli Atıf gibi mesela, Said Nursi gibi mesela; "hilafet" vadeden bir "Haçlı projesi"! Daha geçenlerde İngiliz Hava Kuvvetlerine bağlı 120 asker, militan kılığında IŞİD'e yardım ederken yakalandı; haberi duyuran bizzat İngiliz basını!

Dün Vehhabiler, bugün Selefiler; var mı "bu nasıl gaflettir" diye dövünmeyi kaldırır tarafı? Milletleri, toplumları, devletleri, ülkeleri, dinleri bölüp parçalamak üzere "ihtilaf ateşini körüklemek" İngiliz siyasetinin ustalık alanı!

***

Dışarıdan bakıldığında tek başına her şeye hâkim görünen Abdülhamid'in, gerçekte nasıl eli kolu bağlı halde olduğu şöyle not edilmişti İngiliz belgelerine:

"Türk Sultanı teorik olarak mutlak hâkim olmasına rağmen pratikte bazı tahditlere tabidir. İlk olarak Avrupalı devletlerin baskı ve direkt müdahaleleri vardır... Sultan Abdülhamid uzun saltanatı sırasında, bütün kudreti eline geçirdi. Onun iradesi dışında hiçbir iş yapılamaz oldu...(Ama) Devletlerin yaptığı müdahalelerden bazıları; Lübnan'a Hristiyan bir vali, Samos adasına İngiltere, Fransa ve Rusya'nın müdahalesiyle özel hürriyetler verip, bir prensi vali tayin ettirdiler. Girit adasına İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya müdahale ederek adayı Yunan kralının emrine verdiler. Şimdi Sultan'ın Girit'teki hâkimiyeti sadece bir isimden ibarettir. Makedonya'da Selanik, Kosova ve Manastır için ecnebi subaylar, yerli jandarmayı organize ettiler..."

Başta dedim ya bir şeyi çok istersen olur diye...

Şimdi Türkiye'nin valileri, emniyet müdürleri Oslo dayatmalarına göre tayin edilen ve hâkimiyetinin bir isimden ibaret olduğu bölgelerine bakınca, hatta Ankara'ya bile;

"Olmuş" diyorum içinden...

Ve Abdülhamid'in hatıratındaki o feryadı geliyor aklıma:

"...yabancı elleri ciğerimin içinde duyuyordum... Sadrazamlarımı, vezirlerimi satın alıyorlar ve mülküme karşı kullanıyorlardı. Ben nasıl olur da devlet hazinesinden beslediğim bu insanların ne yaptıklarını, neye hazırlandıklarını öğrenemiyordum... Evet jurnal sistemini ben kurdum, ben idare ettim. Fakat (...) kendi devletini yıkmak, kendi padişahının canına kast etmek karşılığı yabancı devletten para alan sadrazamları gördükten sonra..."

Size de tanıdık gelmedi mi!

Tek farkları; kendilerini varisi sayanlar "aldatıldık" diye ağlaşmayı marifet sayarken, Abdülhamid şöyle diyordu çağında "aldatıldık" diyenler hakkında:

"Aldandılar ama cezalarını kendilerinden çok, aldanmayan milyonlarca masum vatan evladı çekti. Hem öldüler, hem vatandan oldular..."

Yazarın Diğer Yazıları