Yine Batılılaşma
“Eğer batılılaşabilseydik” başlıklı yazıma “milliyetçilikte yeni icat mı çıkarıyorsunuz?” şeklinde özetleyebileceğim bazı tepkiler geldi. Türkçülük nazariyesinin kurucusu Ziya Gökalp’ın, folklor ürünlerini çağdaş teknikle işlemek anlamında kullandığı “tehzip” konusunu erteliyor ve bugün sözü, meseleyi çok somut örneklerle ortaya koyan Peyami Safa’ya bırakıyorum.
“San’atta Türk’e Doğru” başlıklı yazı 1942 yılında Tasvir-i Efkâr gazetesinde çıkmış. İlgilenenler yazının bütününü ve benzer yazıları Ötüken Neşriyat’ça yayımlanmış “Peyami Safa - Objektif: 2 - Sanat Edebiyat Terkit” kitabında bulabilirler. Şöyle diyor Peyami Safa:
“San’atta millîyi an’ane ve tarih köklerine irca yoluyla izah edenlere sorunuz:
Tiyatroda millî, Ortaoyunu ve Karagözdür.
Musikide millî, Hüseynî peşrevi veya Kozanoğlu türküsüdür.
Resimde millî, şalvardır.
Mimaride millî, çini ve kubbedir.
Dansta millî, zeybek oyunudur.
Şiirde millî, Karacaoğlandır.
Romanda millî, Memiş’in Kezban’a vurulmasıdır.
Böyle bir millî telakkisi Türk olmak hakkını tiyatroda yalnız Hacivad’a, kavukluya ve benzerlerine, musikide çiftetelliye, karciğar saz semaisine ve benzerlerine, resimde şalvara, potura ve benzerlerine, mimaride çiniye, kubbeye, şadırvana ve benzerlerine, dansta zeybeğe, horana ve benzerlerine, şiirde Karacaoğlan’a, Dertli’ye ve benzerlerine, romanda Memiş’e, Kezban’a, Zeynep’e ve benzerlerine veriyor.
Böyle bir millî telakkisinin elinde ’hars millî, teknik beynelmileldir’tarzında genel ve her tefsire kırıtan aşifte bir formül var. Fakat harsın (kültürün - ABE) kökü ortaoyunu ve Karagözse, çiftetelli, şalvar, kubbe, zeybek, Âşık Kerem, Memiş ve Kezban ise, tekâmülü de mutlaka bunlar mıdır? Bu tohumlarla bunlardan çıkmasını özlediğimiz ağaçlar arasında biçim, hacim ve keyfiyet bakımından hiçbir istihale farkı olmayacak mıdır? Olacaksa Karagöz’de arayacağımız şey Türk ’humour’ve nüktesinin, çiftetellide arayacağımız şey Türk melodisinin ve ritmik dehâsının, şalvarda arayacağımız şey Türk giyim estetiğinin, kubbede, zeybekte, Dertli’de ve Zeynep’de arayacağımız şey Türk inşasının (nesrinin - ABE), şiir ve hayat anlayışının genel vasıfları ve tekâmül istidatları değil midir?”
Konuya devam edeceğiz. Görüldüğü gibi Peyami Safa yanlış millîlik anlayışını daha 1942 yılında çok net örnek ve ifadelerle ortaya koymuştur. Peyami Safa’nın gerek yazılarında, gerek romanlarında doğu-batı meselesini en çok işleyen yazar ve düşünürlerimizden biri olduğunu hatırlamalıyız. Türk milliyetçiliğinin bir zamanlar en keskin kalemlerinden biri olan Peyami Safa, hem romancılığımızın, hem düşünce tarihimizin, hem de fikir dergiciliğimizin en önemli temsilcilerinden de biridir. Bir zamanlar Türkiye için ciddi bir tehlike teşkil eden Komünizme karşı en sert kalem tartışmaları da Peyami Safa’ya aittir. Yani yukarıdaki fikirlerin sahibi rastgele bir insan değildir. Eger Türk milliyetçileri okumayı bir kenara bırakmadılarsa ilk elde ve en çok okumaları gereken eserlerin sahibidir. Bence, Cumhuriyet dönemi Türk romancılığının ilk beşi arasında mutlaka yer alması gereken dâhi bir romancıdır. Bugünlerde köşe yazarlığı denilen fıkra yazarlığının en büyük temsilcilerinden biri de yine odur. Güzel ve açık Türkçe örnekleri görmek isteyenlerin ilk başvurmaları gereken üslup sahibi yazarlar silsilesinin ilk sıralarında yine onu saymak gerekir. Son olarak bu büyük yazar ve Türk milliyetçisinin 1930’lardaki güzellik yarışmalarında jüri üyeliği yaptığını da “batılılaşma”dan ürkenlere hatırlatayım. Son derece geniş san’at ve edebiyat bilgisi ile, çok gelişmiş estetik duygusu ile Peyami Safa hiç şüphesiz, güzellik yarışmaları jüri üyeliği için biçilmiş kaftandı. Cumhuriyetimizin aydınlık yıllarına yakışan da buydu.