Yiğitseniz...
Yiğitseniz şartların eşit olmasını sağlayın. Âdil olun, eşit şartlarda referanduma gidin. Devlete ait uçaklara binip propaganda yapmaya gitmeyin, devlete ait vasıtaları ve kamu personelini kullanmayın. Yiğitseniz adalete, eşitliğe riayet edin.
Hani her gün yiğit insanlar edasında konuşuyorsunuz ya, hani her gün ona buna yüksek perdeden çatıyorsunuz ya, onun için yazıya "yiğitseniz..." diye başladım. Böyle yiğitlik mi olur? Rakiplerinizin koşuya başlama çizgisi, sizinkinden beş metre geride. Yahut da kılıç oyunu oynuyorsunuz ama karşınızda bulunanların ellerinde kılıç yok. Buna yiğitlik mi diyorsunuz?
O yiğitlik edalarınızdan ötürü "Böyle yiğitlik mi olur?" diye soruyorum. Yoksa "Böyle demokrasi mi olur?" diye de sorabilirdim. Yarışanların şartları eşit değilse o yarışa demokratik denebilir mi? Ve nihayet, dilinizden düşürmediğiniz "millî irade" bu şekilde tecelli edebilir mi?
Biz yine yiğitlik üzerinden gidelim. Her gün bütün ekranlar sizin. Nerede konuşursanız konuşun, ulusal kanallar hemen canlı yayına giriyor. Arada bir lütfediliyor, bir muhalif de bir ekranda şöyle bir görünüveriyor. Devlet kanalları ise zaten hep sizin. Sonra da yiğitçe edalar... Her şey bizden sorulur havaları... Nasıl da ezdim ama şu muhalefet liderini?.. Hah hah haaa...
Meydanlar, parklar, caddeler, sokaklar da sizin. Her yerde afişleriniz var. Muhaliflere afiş astırılmıyor. Muhaliflere toplantı yaptırılmıyor. Devletin valileri, kaymakamları engel oluyor. Salonlara bile almıyorsunuz muhalifleri. Sonra da yiğitlik gösterileri... Var mı bize yan bakan?..
Bakın, yiğitlik, civanmertlik nasıl olur, size anlatayım.
Karar alındı, referanduma gidiliyor. Çıkarsınız ekrana ve şöyle dersiniz:
"Sevgili vatandaşlarım, artık bu konuda sizin oyunuza başvuruyoruz. Şimdi evet diyecek olanlar da, hayır diyecek olanlar da eşit şekilde yarışacaklar. TRT'den sorumlu arkadaşıma talimat verdim, ekranlarını bize ne kadar açıyorlarsa muhalefete de o kadar açacaklar. Özel televizyonlardan da rica ediyorum, ekranlarını eşit şekilde paylaşsınlar. Mülki amirlere de talimat gönderdim, muhaliflerin toplantı, afişleme gibi faaliyetlerine mümkün olan kolaylığı göstersinler. Ayrıca bugünden itibaren hiçbir propaganda gezisine devletin uçağı ile gitmeyeceğim, devletin araçlarını kullanmayacağım. Her vatandaştan oyunu istediği şekilde kullanmasını, ama mutlaka kullanmasını rica ediyorum. Böylece birlik ve beraberlik içinde, millî iradenin tam olarak tecelli edeceği bir referandum yapmış oluruz."
(Okuyucuların, hoca da ne kadar hayalci diye düşünüp gülümsediklerini hissediyorum. Oysa yukarıda yazdıklarım işin "normal" olanı. Normalden o kadar uzaklaşmışız ki "normal" bize artık hayali ve gülünç geliyor.)
Ne dersiniz yiğitler, böyle denilirse yiğitçe olmaz mı? Yoksa "Bu kadar yiğitlik de fazla" mı diyorsunuz? Hazır yiğitlenmenin, efelenmenin, dadaşlanmanın, gakkoşlanmanın tadına varmışken bu kadarı da fazla olur değil mi? Avazımız gök kubbeyi titretiyorken, sesimiz asumana ulaşıyorken şimdi eşitliğin sırası mı? On binler meydanlara toplanmış bizim ağzımıza bakarken ne yani, koyunlar gibi munis mi olacağız? Sadece Türkiye değil, bütün dünya bizi dinliyor. Sesimizin en yüksek perdesiyle şimdi bağırmayacağız da ne zaman bağıracağız?
Tabii hazret! Yiğitlik dediğin zaten sesin yüksekliği ile ve cümlelerin içindeki ünlemlerle ölçülür. Ne kadar çok ünlem kullanırsa insan o kadar yiğit olur. Bir de dilci olacağız. "Ünlem" kelimesinin "ün"den geldiğini dahi bilmiyoruz. Hâlbuki ne kadar ünlem, o kadar ün, o kadar şöhret! Devam et ey Rüstem-i Zal, bu meydanlar senin, bu ekranlar senin! Hatta Avrupa da senin Amerika da. Bence o gür sesin Macellan Boğazı'ndan geçip Yeni Gine'ye kadar ulaşır. Ha gayret, indir donanmayı okyanuslara, yiğitlik nasıl olurmuş, bütün dünya görsün!