Yetim hakkı yemeyen Ömer'dir!
Adalet tarihinin ruhu Hz. Ömer’in (r.a.) halifeliği döneminde geç bir saatte ziyaretine gelen dostundan, “Bir dakika!” diye izin ister, yarım kalan işini tamamlar ve masasının üzerindeki mumu söndürür. Sonra çekmecesini açar, yeni bir mum çıkarır, yakar ve, “Buyur, şimdi sohbet edebiliriz!” der.
Dostu şaşırır:
“- Ey Ömer, söndürdüğün de mum, yaktığın da mum. O mumun aydınlığında benimle konuşmadın, bu mumun öncekinden farkı ne!”
Ömer farkı anlatır:
“- Geldiğinde devlet işi ile meşguldüm ve yanan mum da devletin mumu idi. Devlet işini bitirdim, devletin mumunu söndürdüm, seninle sohbet için yaktığım mum kendi imkânlarımla satın aldığım mumdur!”
İşte bu Ömer dese ki:
“- Yetim hakkı yemem!”
Doğrudur.
Ve o Ömer bilse ki kazara midesine bir “yetim hakkı” girdi, öyle zannediyorum ki, elini boğazından sokar ve o mideyi karın boşluğundan çekip köpeklere fırlatır. Ömer, böyle bir Ömer olmasına rağmen bir gün bineğinin üstünde giderken bir bedevi seslenir:
“- Allah’tan kork ya Ömer!”
Peki Ömer ne yapar!
“- Sen kim oluyorsun da bana ’Allah’tan kork’ diyorsun!”
Diye mi çıkışır..
Dönüp adama laf mı yetiştirir..
Hayıııııır..
Hemen bineğinden iner..
Yüzünü toprağa koyar ve ağlamaya başlar:
“- Ey Allah’ım, Ömer bu lafı işitecek ne hata yaptı ki, bu hitaba muhatap oldum!”
Yüzü toprakta ne kadar ağladığını Rabbim bilir..
Bunları niye yazdık!
Dünkü gazetelerde Sayın Başbakan’ın “Yetim hakkı yemeyiz, yedirmeyiz!” dediği manşetlere taşınmıştı. Aynı Başbakan kızının düğün davetiyesini bir başka ülkenin devlet başkanına devletin uçağıyla götüren bir başbakandı. Sadece Sabah gazetesinin damadının müdür olduğu şirkete satışı sırasında yetimlerin bankası olan Vakıfbank imkânlarının nasıl kullanıldığını bilmeyen var mı? Bunlardan biri “Yetim hakkı yemeye”, diğeri ise “Yetim hakkı yedirmeye” örnek değil mi? Çocukları siyaset ve devlet imkânlarını kullanarak zengin olmamış bakan çocuğu kaldı mı? Aynı kişiler meselâ CHP yahut DYP iktidar olsaydı böylesine servet saman sahibi olabilirler miydi!
Belli ki aldığı komisyon çuvala sığmayan mızrak cinsinden olan AKP yöneticisi Şaban Dişli’ye yol göründü ve Sayın Erdoğan bunu bir “aklanma” fırsatı olarak değerlendirecek. İşte diyecek, biz yolsuzluk yapanı böyle cezalandırırız!
Oysa bu yolsuzluk yapanın cezalandırılması değil, yaptığı yolsuzluğu yüzüne gözüne bulaştırıp partisini zor durumda bırakanla yolların ayrılmasıdır.
Ali Dibo’lar unutuldu mu!
Habertürk’te Balçiçek Pamir’in “Partiniz sizi neden yine aday göstermedi?” sorusuna, “Memleketimde de AKP’li belediye yolsuzluk yapıyordu. Bunu ortaya çıkardım. Bu olay rahatsızlık yarattı. Ama yapılanlar yapanın yanına kaldı!” cevabı veren Meclis İnsan Hakları Komisyonu eski Başkanı, AKP’li Mehmet Elkatmış değil miydi!
Millet bunu görüyor..
Millet görmese bile, bir gören ve bu gördüğünü bir gün kulunun önüne koyacak olan bir kudret mevcut elhamdülillah...
Hani, “Tövbe kapısı” denir ve “Açık olduğu” bildirilir ya.. Şükür ki öyledir ve Rabbim bizi tövbe üzere daim kılsın...
İşte bu “yetim hakkı” yahut “kul hakkı” bahsinde sanki “Tövbe kapısı kapanmış” gibidir. Çünkü tövbeyle her günahtan, ama her günahtan kurtulabilirsin, ama “yetim hakkından” ve “kul hakkından” kurtulamazsın... İstersen alnını secdelerde parçala, gözyaşları seccadeni çürütsün, çamur etsin, Rabbim “Helalleş de gel!” diyor, başka bir şey demiyor...
75 milyonla nasıl helalleşilir!
Doğrusunu Rabbim bilir.
Amma ben, tarihte örneğini gördüğüm için, beni yönetenlerin (adalet ve kul hakları bahsinde) Hz. Ömer (r.a.)’den daha geride olmalarına rıza gösteremiyorum...
“Yapılabilirliği” gösterildiği için, yani önümüzde örneği mevcut bulunduğundan, daha azına niye razı olayım ki...
Bir de, “Yiyor ama şunu da yapıyor!” diyen her dilden münafıklık kokusu gelmektedir, hissettiğimiz budur...