"Yerli ve yabancı işbirlikçiler"

Türk tarihi, basın ve siyaset hayatımızın değişmez cümlesi, “Yerli ve yabancı işbirlikçiler” şablonudur.
Erdoğan’cı ve bir kısım sol kökenli medya “Gladio” dediği kesimi “Yabancıların yerli işbirlikçileri” olarak tanımlıyor, ki bu hakikatin kendisidir. Adam “Vatan” diyerek, adam “Millet” diyerek adam “Devlet” diyerek meselâ ABD ile işbirliğine girebilmektedir. Bunu inkar etmek gerçeği değiştirmez. Sen bu topraklarda “Barış Gönüllülerine” at oynatma izni verir, eğitim dilinin İngilizce olması için her yolu denersen ve sen bu devletin bütün bakanlıklarına ABD’li “uzman” ları akıl alınacak adamlar olarak yerleştirirsen bunun adı “Yerlilerin yabancılarla işbirlikçiliği” nden başka bir şey değildir.
Türkiye’nin gündemini bir yıla yaklaşan zamandır işgal eden ve adına “Ergenekon” denilen hadisede adı geçenleri “Yabancıların işbirlikçisi” olarak niteleyenler bir bakıma, “Biz milliyiz” demek istiyorlar. Oysa kendi ağızları ile, “Biz ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eş Başkanıyız” diyenler de onlar. Bir “Yerlinin” bundan daha açık ve net “Yabancı işbirliği” olabilir mi? Ötekiler henüz ispatlanmamış bir “işbirliği” iken bu cenahtaki “işbirliği” itiraf edilmiş bir “işbirliği” dir. “Yerlilerin yabancılarla işbirliği” nin bir başka ve en trajik boyutu ise tabii ki “Dinlerarası Diyalog İşbirliği” dir. Bu konuda “Biz yabancılarla işbirliği içersinde değiliz” diyen var mı? Yok, aksine itiraf ediliyor ve gurur duyuluyor.
Gladio ve benzeri oluşumlarda yer alan “Yerli işbirlikçiler” askeri darbelerin mümessili olarak gösterilirken devlet eliyle açıktan gerçekleştirilen fiili “yabancı işbirlikçiliğin” mâsum olarak zikredilip hiç gündeme getirilmemesi sizce “asıl tehlikeli yabancı işbirliği” olarak algılanmıyor mu? Düşünün bir kere, ABD’nin Türkiye’de Gladio adında bir yer altı teşkilatı olacak, bu teşkilat “sağ-sol”, “Türk-Kürt” ve “Alevi-Sünni” çatışmasına kadar bir sürü fitne üretecek ve fakat bunların NATO kanalıyla Türk ordusu uzantıları, Savunma Bakanlığı’ndaki varlıkları, İçişleri Bakanlığı’ndaki İsrail kanadı, Üniversitelerdeki dal budakları, Milli Eğitim ve diğer bakanlıklardaki görevlileri ile iş dünyasındaki kökleri ve bu ülkenin Türkiye’deki Elçilik ve Konsolosluk gibi resmi kurumları bu işlerin dışında olacak, bu mümkün mü?
İşin bir de “sivil toplum kanadı” var.
Nasıl mı?
Meselâ..
Yanılmıyorsam 1994 yıllarının ilk veya 1993’ün son günleriydi. Mimarlar Odası İstanbul Şubesi tuttu “Bizans Sarayları” konulu bir seminer tertip etti. Bu seminere katılan yabancı mimarlar ile bizim mimarlar bir olup bâzı tavsiyelerde bulundular. Bu seminerde Metin Erksan’ın önerisi, “İstanbul’daki son 500 yıllık bütün yapıların yıkılarak Bizans eserlerinin ortaya çıkarılması”ydı. Hatta Metin Bey, “Sultanahmet Camii’nin altında bulunan Arena’nın da meydana çıkarılmasını” teklif etmişti. Bu ne demekti? Bu, “Sultanahmet Camii yıkılsın ve altındaki Bizans arenası ortaya çıkarılsın” demekti. Şimdi siz bu bir yerlinin yabancı ile işbirliğidir derseniz, haksızlık mı etmiş olursunuz? Bu teklif, “İstanbul’u keşke Türkler almasaydı, İstanbul keşke Bizans’ta kalsaydı” anlamı taşımaz mı?
Meselâ Perinçek’in Veli Küçük’le görüşmesi mi Türkiye için daha tehlikelidir yoksa Soros’tan her yıl milyon dolarlar alıp “şehitlik ve gazilik kaldırılsın” diyen Can Paker’le Başbakan Erdoğan’ın muhabbeti mi?
Peki çare!
Çare tabii ki her türlü “yabancı iş birliği” ne hayır.
Şimdi birileri Türkiye yabancılarla görüşmesin mi, bu çağda bu mümkün mü diye meseleyi çarpıtabilir.
O birileri o zaman Yunanistan’a gitsin ve orada “Son 200 yılda yapılan Yunan yapıları kaldırılsın Osmanlı eserleri ortaya çıkartılsın” desin de görelim. Aynı şeyi İsrail’de yapsın ve Türk uzmanlar Yunan, İsrail, Fransız, İngiliz, ABD veya Almanya’nın, İtalya’nın Milli Eğitim, Savunma ve diğer bakanlıklarında “Akıl danışılan kişiler” olmasını sağlasın..
Bu mümkün mü?
Değil..
Peki Türkiye’de niye mümkün!

Yazarın Diğer Yazıları