Yeri gelmişken (Selcan TAŞÇI) (08 Kasım 2010)

Yeri gelmişken (Selcan TAŞÇI) (08 Kasım 2010)

Yeri gelmişken (Selcan TAŞÇI)

İktidarın, çalıştığı kanala yönelik “frekans vermeyiz” tehdidi ile programına son
verilen Levent Kırca’yı en çok üzen şey 50 kişilik Olacak O Kadar ekibinin işsiz kalmasıymış. “Belki benim düşüncemde olmayan insanlar da var onların içinde. Buna rağmen benim Atatürkçü düşüncemin ceremesini çekiyorlar...” diyor konuşurken...

LEVENT KIRCA
Neredeyse yarım asırdır sahnede; ve ben kendimi bildim bileli Olacak O Kadar’la ekrandaydı “devlet sanatçısı” Levent Kırca... Artık değil, çünkü şimdilik devir “iktidar sanatçıları”nın devri. Oktay Ekşi ile yazılı basına baskı bu kadar tartışılırken yeri geldi, ya görsel medya diye sorduk biz de kendisine...


İktidar istedi diye susmayı şerefsizlik olarak görürüm
Dışarıyı sular seller götürüyor...
Yağmur İstanbul’un bir çok semtinde; kaçak inşa edilen “oy depoları”nda mesela “sel”e dönmüş yüzünü; önüne çıkanı sürüyor...
Böyle tehlikeli, böyle tehditli bir gününde bu şehrin, dayamışız kendimizi Beykoz sırtlarına, “sana bir tepeden bakıyoruz İstanbul”...
Mutfaktan mis gibi mercimek çorbası kokusu yayılıyor evin her yanına... Bir ara koku iyiden iyiye yoğunlaşınca zıplayıveriyor yerinden;
“Yaktık mı yoksa çorbayı!”
Yok yanmamış, tam kıvamında...
Mutfaktaki maharetini anlatırken hiç mütevazi değil:
“Çok güzel yemek yaparım ben...”
“Çok güzel” yaptığı işler ne tiyatro sahnesiyle, ne ekranla, ne de mutfakla sınırlı; evi şöyle üstün körü bile gözden geçirseniz anlıyorsunuz bunu...
Duvar boyu tuvallere yapılmış yağlıboya tablolara daldığınızda bir ressamın atölyesinde hissediyorsunuz kendinizi; serde ressamlık da var hani...
Sonra muhtelif köşelere yerleştirilmiş büstler; heykeltıraş da aynı zamanda...
Ama şüphesiz en dikkat çekici yeteneği “zanaat” üzerine bu sanatçının; evin her yanında kendi el emeği sehpaları, sandalyeleri, bayağı bayağı marangozluk işi mobilyaları görmek mümkün... Hele moda adıyla “tv ünitesi”ne dönüştürdüğü duvardaki yaratıcılık şahane...
Sağa sola saçılmış boya damlaları, alet edevat, yarım kalmış bitirilmeyi bekleyen işler; süsleyip püsleyip görücüye çıkarayım mantığıyla değil de yaşamak için tasarlandığı belli olan, “yaşayan” bu eve geliş nedenimiz ne sanatı, ne de zanaati konuşmak değil; ne yazık!
Artık “yaşamayan”, “yaşatılmayan” bir çocuğunu yad edeceğiz Kırca’yla;
’Olacak O Kadar’ı...
Şu ara, yazılı basında bir geleneğin adı da olan Oktay Ekşi’nin istifasıyla paralel anılıyor “iktidar baskısı” ama bir başka geleneğin, ekrandaki hiciv geleneğinin adı olan Olacak O Kadar da aynı baskıya kurban oldu son dönemde...

Baskının belgesi olmaz
- İktidar baskısı mı emin misiniz; belki Bekir Coşkun’un artık okunmuyor oluşu gibi, sizin de artık güldürmüyor oluşunuzdur sebep işinizden olmanıza(!)
Kendisinin ve elbette onunla birlikte işsiz kalan onlarca kişinin başına gelenin arkasında “iktidar parmağı” olduğundan çok emin Levent Kırca. Hatta “baskı”nın ne olduğunu somutlaştıracak kadar emin:
“Lisans vermemekle tehdit ettiler Fox TV’yi!”
Fox TV’nin bu “gerekçe”yi şifai de olsa kendisiyle paylaşmasını “çok onurlu” buluyor bu ortamda.
Rüşvet gibi baskının da belgesi olmuyor işte;
“Hiçbir yönetim böyle bir belge bırakmak, ’benim dönemimde böyle bir baskı vardı, sansür vardı’ demek istemez. O belgeyi bırakırsa şimdi yaptığı gibi televizyon programlarına çıkıp bunun demagojisini yapamaz... Nazlı Ilıcak çıkıp Bekir Coşkun’u kast ederek ” Aman efendim olur mu öyle şey, zaten gazete adamı işten çıkaracakmış rastlantı olmuş... “ diyemez...”
Bu sürecin Levent Kırca’yı en çok yaralayan yanlarından biri iktidarın tasfiye işlemini, hedefindeki aydınları “aşağılayarak” yürütme yoluna başvurmasıymış:
“Şerefinle, haysiyetinle, aile hayatını sarsacak şeylerle, ”bak gördün mü bu adam da böyle aşağılıkmış, biz de onu adam zannediyorduk“ dedirtecek şekilde, yıkıcı bir tavır takınıyorlar...”
İktidarın kendinden taraf olmayanları cezalandırmasına örnek olarak, yakın zamanda genç bir pop müzik şarkıcısıyla arasında geçen konuşmayı aktarıyor:
“Atatürk’le ilgili projesinden dolayı iktidar tavır almış bu hanıma. ”Bir sene işsiz kaldım, kimse yüzüme bakmadı“ diyor. Taa ki ”açılım kahvaltıları“na katılana kadar. Ne zaman ki o kahvaltılara gitmiş, nefes alamayacak derecede iş yapmaya başlamış! Onlar için sanatın sanatçının anlamı yok, bizden misin, değil misin o önemli!”
Bu ceza mekanizmasının özellikle patronlar için “haklılık” oluşturmaya başlamasından da rahatsız;
“Patron gazetesindeki cumhuriyetçi, Atatürkçü yazarın arkasında duramıyor. Duramadığı için durmuyor ve şimdi bu bir haklılık arz etmeye başladı. Gazete sahipleri, yöneticileri ”Ne yapalım kardeşim çok baskı var. Bunun için kimse kusura bakmasın Bekir Coşkun’u çıkardık. Emin Çölaşan’a şunu yaptık bunu yaptık...“ deyince insanlar da ”Ne yapsınlar çok dayatma var, yapacak bir şeyleri yok“ gibi değerlendirmeye başlıyor konuyu...”

Tek mirasımız onurumuz
Toplumun durumu bu şekilde kabullenmeye başlamasının, pasifize olmasını, iktidara baskıyı şiddetlendirme cesareti veriyor Kırca’ya göre.
- Ama sadece patronlar değil ki, baskıya uğrayan yazar, çizer de bulunduğu mevziyi kaybetmemek için sindirmeye başlıyor bir süre sonra...
Ben çok şahsına münhasır bir adamım; sindiremem. Ortaokuldan bu yana Cumhuriyetten yana bir çizgim var ve bu çizgimi hiç değiştirmedim. Zaten değiştiremem de utanırım, çok ayıplarım kendi kendimi. Baskıya boyun eğip böyle bir şey yapmayı şerefsizlik olarak görürüm. O yüzden ben çizgimi sürdürüyorum...
- Ne pahasına?
Pahalı biraz!.. Pahası yüksek; işsizlik pahasına, çalışamama pahasına, ekibimi dağıtmak pahasına, Türk tiyatrosuna verdiğim 44 yıllık hizmetin boşa gitmesi pahasına... Ama varsın böyle olsun. Çünkü annemiz babamız ölürken bize sadece onurlarını bıraktılar miras olarak.


En bilge zamanımda elim kolum bağlandı
“Aramıyorlar mı diğer kanallardan?” diye soruyorum..
“Bu da soru mu şimdi” der gibi gülümsüyor:
“Aramıyorlar. Aramazlar da çünkü korkuyorlar... Televizyonlar sermaye şirketleridir, ticarethanedir, aman ekmeğimize bir zarar gelmesin tavır ve davranışı içerisindedirler açıkçası. Adam bakıyor, hesabı kitabı tamam, hayatından memnun, programlarını oturtmuş. “Şimdi Levent Kırca’yı buraya çağıracağız da başımıza sorun mu alacağız. Levent Kırca onu dedi, bunu dedi diye ceza mı yiyeceğiz” diye düşünüyor. Onun için de suya sabuna dokunmayan programlar yapıyorlar. Bunlar da uyuşuk, aydınlanamayan bir toplum oluşturur. ”
İktidarın bütün kapıların yüzlerine kapanmasını sağlamasını “Kanserli hücreyi alıp, sıçramasın diye yandaki hücreleri yakmaya” benzetiyor Kırca;
“Bekir Coşkun’u durdurduğun zaman da Bekir Coşkun bir şekilde toplumun başka bir yerine sıçramasın, yarın karşımıza başka bir şekilde çıkmasın etrafını da bir yakalım gibi davranıyorlar. Çok utanç verici... Ben de öyleyim. Ne yapacağım; emekli olup bahçemde çiçek mi yetiştireceğim? Sanatımın en parlak çağında en olgun olduğum zamandayım diye düşünüyorum. En demlenmiş, en verimli, en bilge olduğum zamandayım. Böyle bir zamanda eliniz kolunuz bağlı...”

Salih Memecan majestelerinin karikatüristidir...
Levent Kırca’yla buluştuğumuzda Salih Memecan “dansöz Kılıçdaroğlu” çizimine imza atmamıştı henüz. Ama mizahtan, mizahın yandaşlaştırılıp yandaşlaştırılamayacağından konuşurken, “sanatçı muhaliftir” ifadesiyle başlayan cümleler dizisi sonunda kendimizi Memecan’ı konuşurken bulduk bir anda.
Hiçbir sanatçının doğrudan “hükümete çakma” maksatlı eser üretmeyeceğini savunan Kırca kilit kelimeyi söyledi:
“Eleştirmek...”
İşi eleştirmek olan sanatçının, hele ki mizah yapan sanatçının “iktidardan yana” olamayacağını hizaha çalıştı hararetle:
“Mizah, zayıfın güçlüye karşı silahıdır. Zenginden yana mizah olamaz. Padişahtan yana mizah olmaz...”

Fay hattını sıkıştırıyorlar
“Padişah” deyince çağrışım yaptı dayanamadım girdim araya:
- Ama majestelerinin karikatüristi var Türkiye’de!
Salih Memecan öyle; hükümetin karikatüristidir yani!
Mizaha sınırlar koymanın, üst düzey kültür ve zeka gerektiren bu alanı yozlaştırmak anlamına geldiğine inanıyor Levent Kırca. Bunun sonunda gelinen nokta kaçınılmaz olarak “küfür” ona göre;
“Sosyal içerikli mizah yapamazsanız, size mizahın sadece belli yerleri kalır. O zaman da belden aşağıya dönersiniz. Mecbur kalırsınız o kalıpları kullanmaya. Bugünküne benzer biçimde Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde de hep belden aşağı komedi vardır mesela.”
Kırca, fikir hayatının geneli için olamasa da “mizah” adına umutlu, bu baskının bir başka özelliğinin daha olduğunu biliyor çünkü:
“Türkiye’de mizahın bu kadar zengin olmasının sebebi, padişahlıktan beri hep baskı görmüş olmamız. Şimdi yine sıkıştırıyorlar, yer kabuğu sıkışıyor. Deprem gibi; bir yerden mutlaka patlak verir. Mizah, oradaki çatlağı bulup, bir yeri çatlatıp, fay hattında bir delik bulup mutlaka açığa çıkar. Çıktığı zaman da inanılmaz bir sonucu olur.”

Mizah zayıfın güçlüye karşı silahıdır. Zenginlerden yana, padişahtan yana olamaz!

Atatürkçü diye işsiz kalan popçu açılım kahvaltısına gitti; nefes
alamayacak
kadar çok işi oldu!

Bizi durdurmakla yetinmiyorlar kanserli hücre gibi sıçramayalım diye etrafı da yakıyorlar.

YARIN: TİYATROMA GELEN SEYİRCİ DE HEDEF!


---------------------------------------------------------------------------------------

Yasal Uyarı:
Yayınlanan dizi-röportaj yazısı/haberin tüm hakları Yeniçağ Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş'ye aittir. Kaynak gösterilse dahi dizi-röportaj yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan dizi-röportaj yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın