Eğitim, insanın beden ve ruhunun toplum değerleri çerçevesinde işlenerek hizmete sunulmasıdır. Yapılan sayısız tanımlardan sadece bir tanesidir. İnsanların, zeka ve kabiliyetleri farklı olduğundan ''örgün'' ve ''yaygın'' olarak eğitim ikiye ayrılmıştır. Ancak; toplumların geleceği açısından ''örgün'' eğitim daha çok önemlilik arz etmektedir. Zira, bu eğitim planlı, programlı ve toplumların geleceklerini inşa edip sıhhatli, sürdürülebilir bir yapı için düzenlenmektedir.
Eğitim, insanın var olduğu andan itibaren süregelen bir kavram olup, genel olarak bireyin davranışlarını şekillendirmesi ve dünya toplumları arasında yarışma şansı vermesi açısından önemlidir. Bundan dolayı geleceğe hitap eder. Öğretmen, Öğrenci, Müfredat eğitim de önemli unsurlardır.
***
1877-1878 yılarını kapsayan ve tarihe 93 harbi olarak geçen Osmanlı-Rus savaşında büyük kahramanlık örnekleri sergileyen Kafkas orduları komutanı Gazi Ahmet Muhtar Paşa ve Tuna Cephesi komutanı Gazi Osman Paşa gibi tarihi şahsiyetlerden okuduğu askeri okullarda ders alan Mustafa Kemal bu tecrübelerini sonraki kuşaklara aktarılmasını sağlamıştır(1).
Osmanlı Devletinin sonunu hazırlayan bu harp ile 1881'de hazırlanan Duyun-u Umumiye'nin (Genel Borçlar) öncüsü olan ''Muhammediye'' Kanunu çerçevesinde devletin ekonomik ve askeri gücü batılı devletler tarafından kontrol altına alınmıştır. Daha sonra 1918'de Mondros Mütarekesi'yle çok ağır şartlarla karşılaşmıştır.
Bu tecrübelerden ders alan Mustafa Kemal Cumhuriyeti kurarken; ''Şimdiye kadar uygulanan eğitim-öğretim metotlarının milletimizin geri kalmasında en önemli etken olduğu kanaatindeyim. Onun için bir Milli Eğitim programından söz ederken; eskimiş ve yaptırımı olmayan bu sistemden uzaklaşarak milli değer ve ilkelerimize dayalı yeni bir eğitim sisteminin temelleri atılmıştır. Çünkü, milli dehamızın yeni nesillere aktarılması ancak böyle bir kültürle sağlanabilir.'' şeklinde ifade etmiştir. Türk Milletini ''kurucu'' unsur olarak kabul eden Mustafa Kemal, eğitimin milli olması için adeta ''seferberlik'' ilan etmiştir. Bu çerçeveden olmak üzere "Müfredat"ın milli değerleri esas alması ülkemiz geleceğini şekillendirecektir. Yükselme devrinde 20 milyon km2'yi aşan devlet sınırları,780 bin km2'ye düşecek şekilde yeniden bir anlayış ve inançla "Milli Devlet" olma özelliğine bürünmüştür.
***
Atatürk sonrası dönemde maalesef bu sistem devam ettirilmeyerek hem beşeri, hem de mali kaynaklar heba edilmiştir. Türkiye üzerindeki emellerinin tahakkuku için çalışmalarına aralık vermeyen yabancıların yönlendirmelerine bağlı olarak ''Soros'' vb. gibi burslar ve fonlar adeta bir kurtarıcı şeklinde değerlendirilmiş ve eğitim millilik vasfından uzaklaştırılmıştır.
Yeni eğitim-öğretim yılına hazırlandığımız bu dönemde, eğitimin hem fiziki, hem ekonomik hem de beşeri sermayeden yeteri kadar faydalanılamadığı bilinmektedir. Öğretmen-öğrenci-müfredat ilişkileri yüzeysel olup, göstermelik şekle bürünmüştür. Zira, bu konuda gelişmiş ülkeler yeni teknolojiler geliştirerek çağdaş ve uzay bilimlerine uygun biçimde eğitimi düzenlemişlerdir.
Teknolojik açıdan, insanın yerini tutacak yapay zekalar işlenerek beşeri kapital kaybı önlenmeye çalışılmaktadır. Bu gelişmeler ışığında eğitime yön verecek olan öğretmen ve yönetici kadrolar üzerinde yeni programların uygulanması cihetine gidilmiştir.
Öğretmen, eğitimin elemanlarından önemli bir saç ayağıdır. Bu bakımdan madde ile mananın uzlaştırılmasıyla yetiştirilmiş öğretmenlere önemli vazifeler düşmektedir. Nitekim; öğretmen bir mum gibi kendini eriterek etrafına ışık saçmalıdır. Çağımızın bilim ve teknolojisi ile donatılmış, milli kültür ve değerlerle yetiştirilmiş olan aynı zamanda bu düşünceleri teoriden pratiğe dönüştüren bir şahsiyet görünümü kazanmalıdır.
Günümüz hayat şartlarında; aile, akrabalık, vatandaşlık, din kardeşliği vb. insanlar arasındaki bütün bağlar koparılmış, ahlaki ve manevi duygular zayıflamış, birey iç-dış desteklerden mahrum bırakılarak yalnızlığa terk edilmiştir. Maddi üstünlük yapının hakim olduğu toplumsal düzende düşünmeyen nesiller için rol-model olacak değerlerde kalmamıştır.(2) İşte böyle bir toplumsal yapının hakim olduğu düzende öğretmenin kendini kabul ettirmesi oldukça zordur. Zira, bu özelliklere önce kendisi sahip olacak ki, yetiştireceği öğrencilere aktarabilsin.
Öğretmen yetiştirme ve müfredat ilişkileri
Cumhuriyetin ilk yıllarında her şeyde olduğu gibi, eğitim alanında da harf inkılabı öncesinde ciddi sıkıntılar baş göstermişti. Birkaç ayda yetiştirilen ''eğitmenler'' kısa sürede köylere gönderilerek aklımıza gelen her türlü sanatı ve mesleği icra edecek şekilde yetiştirilmişlerdi. Daha sonra Köy Enstitüleri çeşitli mülahazalarla kapanınca, her iktidar değiştikçe başka şekle dönüştü. İlk öğretmen okulları da bunun eseridir. Ortaokuldan sonra 3 yıl, İlkokuldan sonra da 6 yıl yatılı veya gündüzlü olarak mezun olunmaktaydı. 1974 yılında ''Öğretmen Lisesi'' olup, kısa bir süre sonra 2 yıllık yüksekokulu bitirenler ancak sınıf öğretmeni olarak atandı.
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı öğretmen yetiştiren yüksek öğretim kurumları olan 2 ve 3 yıllık Eğitim Enstitüleri ile 4 yıllık Yüksek Öğretmen Okulları, 12 Eylül 1980 İhtilali'nden sonra kapatıldı. Öğretmen yetiştirme görevi, yüksek öğretim düzeyinde üniversite bünyelerindeki 4 yıllık Eğitim Fakültelerine bırakıldı. Öğretmen eğitiminde son olumsuz adım, 196 yıllık eğitim kurumları olan Öğretmen Okullarının 2014 yılında kapatılması olmuştur.
***
1996 yılında siyasi irade, eğitim fakültelerinin yanında, her türlü meslekten lisans eğitimini tamamlayanların öğretmen olarak atanmasını sağladı. Hatta bu hususta anlatılan gerçek bir olay, hadiseyi ''ironik'' hale getirmiştir. Şöyle ki; Doğu illerimizden birine öğretmen olarak atanan bir veteriner hakkında Valiliğe teşekkür için giden muhtarın ''Vali bey, Allah sizden razı olsun, öğretmen geldi, köydeki hayvanlarımızı tedavi etti, köyümüzde bir tane hasta hayvan kalmadı'' şeklinde konuşması, çocukların eğitimlerine ne kadar değer verildiğini göstermektedir.
Demek ki, öğretmen yetiştirme düzenimiz, toplum değerleri ve ihtiyaçları doğrultusunda bir şekil kazanmalıdır. Burada birkaç hususa işaret etmemiz gerekirse;
* Atandıktan sonra öğretmenler ''Hizmet İçi'' eğitimlerle çağın ihtiyaçlarına uygun donatılmalı, Teknolojik gelişmeleri ve alanları ile ilgili yayınları, raporları takip ederek yeni öğretim metotları gibi konularda bilgilendirilmelidir.
* Rekreasyon (Serbest zaman değerlendirme çalışması) faaliyetleri ile belirlenen mekanlarda (mahalli özelliklere göre; yayla, orman deniz kenarı vb.) bir araya getirilerek küçük ya da büyük gruplar halinde birbirleriyle etkileşim kurmaları, resmi bir işleme gerek olmaksızın tamamen dinlenme anında bilgi alışverişinde bulunmaları sağlanmalıdır.(3)
***
Son yıllarda yaz döneminde öğretmenlerin kendi masraflarını karşılayarak 10 gün süre ile aileleriyle kaldıkları yaz kamplarının çoğu (Çanakkale Gökçeada Öğretmen Dinlenme Kampı, İzmir-Seferihisar-Ürkmez, Datça, Kırklareli-İğneada Öğretmen Tatil Köyleri vb.) kapatılmış veya satılmıştır. Öğretmenlerin hem moral ve motivasyonlarını güçlendiren, hem mesleki bütünleşmelerine katkı sağlayan ve hem de bir nevi hizmetiçi eğitim merkezi niteliğinde olan bu Öğretmen Sosyal Tesislerinin kapatılması çok yanlış bir uygulama olmuştur. Öğretmenlerimizin mesleki ve eğitimdeki verimliliğin artırılması bakımından Milli Eğitim Bakanlığımızın bu tesisleri yeniden işler hale getirmesinde yarar bulunmaktadır.
* Eğitim Fakültelerine her yıl öğrenci alınması yerine, bir kısmı kapatılmalıdır. Açık bırakılan Eğitim Fakültelerine de ihtiyaç duyulan alanlarda ihtiyaç kadar öğrenci alınmalıdır. Halen üç yüz bin civarında atama bekleyen öğretmen bulunmaktadır.
* Bir diğer husus, özlük haklarının iyileştirilerek öğretmen ve ailelerinin huzurlu ve mutlu hale getirilmesidir. 3600 ek göstergenin de bir an önce uygulanması, öğretmenlerin maddi sorunlarının kısmen çözülmesine yardımcı olacaktır. Ayrıca öğretmenlerin itibarlarının artırılması için de gerekli tedbirler de alınmalıdır.
* Okul ve Kurum yöneticileri, ehliyet ve liyakat sahibi olmalıdırlar. Adil bir ''Yönetici Atama'' sistemi oluşturulmalıdır.
Mart 2014 de MEB merkez ve taşra teşkilatlarında (Genel Müdürden İlçe Milli Eğitim Müdürleri arası) 10 bin civarında tecrübeli, erdemli, Cumhuriyet değerleriyle yetişen vatansever idareciler KHK ile ''Havuz''a alınmışlardır. Bu değerli idareciler ''Eğitim Kahramanları'' ,''Çalışma, Karışma, Konuşma'' telkini ile hiç görev yapmadan, işe gitmeden, kendilerine mekan tahsis edilip, adam yerine konulmadan adeta ''Mobbing'' uygulanarak ''bankamatik memuru'' durumuna sokulmuşlardır. Üzüntüden kanser olup rahmetli olanların yanında, bir kısmı da yaş durumundan ayrılmışlardır. Satılan Şeker fabrikalarının geliri kadar bir meblağ bu kişilere ödenmiş, hazine zarara uğratılmıştır. Halen de bu ödemeler devam etmektedir. Sayın Bakanımızın bu konuya el atıp, bu hususta ihmali görülenlerin bir an önce hesap vermelerini sağlamalıdır. 2014 yılından bu yana etkisiz hale getirilen tecrübeli idarecilerin yeniden aktif hale getirilmesi eğitim hayatımıza büyük bir güç ve dinamizm kazandıracaktır.
* Örgün Eğitim ile Yaygın Eğitim arasındaki uygulamaların uyumlu hale getirilmesi, bilim ve teknolojinin gelişimine zemin hazırlayabilir. Kalkınan ülkeler ''eğitimde planlamayı'' itici güç olarak kullanmışlardır.
* Özel okullarla devlet okulları ve üniversiteler arasındaki koordinasyon eksikliği ''beşeri sermaye''nin heba olması sonucunu doğurmuştur. Yine birçok özel okulda eğitim kalitesinden çok, fiziki güzelliğe önem verilmektedir. Bu da hem çocuklarımızın iyi yetişmemesine, hem de ailelerin maddi imkanlarının boşa harcanmasına sebep olmaktadır.
* Üniversitelerdeki eğitimde ise verimlilikten çok, daha fazla öğrenciyi yerleştirme esas alınmaktadır. Son yıllarda üniversiteden mezun olma kriterleri de gittikçe kolaylaştırılmaktadır. 100 üzerinden 35 puan alanların bile mezun edilmesiyle kalifiye eleman eksikliği giderek artmaktadır. Üniversitelerde görev yapan öğretim elemanlarının düzeyi de, ayrı bir üzüntü konusudur. Öğretim üyesi olma kriterlerinin ve yöntemlerinin giderek kolaylaştırılması, akademik unvanların itibarlarını oldukça yıpratmıştır. .
* İlk ve orta öğretimde neredeyse bütün dersleri zayıf olan öğrencilerin çeşitli vesilelerle başarılı sayılmaları, aynen yükseköğretimde de başarısızlığa yansımaktadır.
Ülkemizin ''Beka'' meselesi, eğitimimizin kalitesiyle doğru orantılıdır. Ekonomik başarının temelinde de eğitimdeki başarı yatmaktadır. 2011 yılında açıklanan ''2023 hedefleri''nin sadece yarısına belki ulaşabiliriz. Bu başarısızlığın en önemli sebebi; eğitimin o hedefleri gerçekleştirebilecek özellikte işgücü yetiştiremediğindendir.
Öğretim düzeyimiz ne durumda?
CWUR (Center for World University Rankings) isimli kuruluşun dünya üniversiteler sıralaması yayınlandı. Türkiye ancak 582.sırada yer bulmuştur.1000 iyi üniversite de ise,10 üniversitemiz bulunmakta, daha önce bu sayının 13 olduğu dikkate alındığında gerileme olduğu görülmektedir.(4)
YÖK'ün, Üniversite gelirlerinin en az yüzde birini AR-GE çalışmalarında kullanma şartını getirerek doktora vb. çalışmalarıyla kaliteyi yükseltme peşinde olması oldukça önem arz etmektedir.
Dünya Ekonomik Forum'u (WEF) ''World Economic Forum'' 2018 de yayınladığı ''Küresel Rekabetçilik" raporunda Türkiye eğitim sisteminin kalitesi 101. sıraya inmiştir. Temel Eğitimde 105. sıraya yerleşerek matematik ve fen bilimlerinde 104. sıraya düşmüşüz. 2008 yılındaki ''Küresel Rekabetçilik Raporu'' yayınlandığında Türkiye ilk ve ortaöğretim alanında kalite sıralamasında 146 ülke içinde 91.sırada idi.(WEF, World Competitivness Report, 2018, s.293) Bahsi geçen raporda Malezya da bazı hususlarda eğitimin Türkiye den daha kaliteli olduğu görülmektedir.
Ezberci sistem; Okuduğunu anlamayan, ''bilgiler arası ilişki'' oluşturamayan bir sonucu doğuruyor. Bu durum maalesef asırlardır devam ediyor. 1939'daki Maarif Şurası'nda bu konu ele alınmıştır.
PİSA raporlarına yansıyan durumumuz malumdur. Okuduğunu anlayamayan ortaokul ve lise öğrencileri, yüksek öğretimi de olumsuz etkilemektedirler. Bu düzeyde yetişen kişiler, özgüvenlerini kaybederek birilerinin arkasına takılıp, onun fikirlerine biat etmektedirler. 15 Temmuz benzeri oluşumların temelinde bu gerçek bulunmaktadır. Bizim bir an önce eğitimin kalitesini yükseltip, sorgulayan, toplanan bilgileri denetleyen, sınayan, tahlil ve münakaşa eden bireyler yetiştirmeliyiz. Eğitim felsefemiz, müfredat, metod ve ölçme-değerlendirme ve öğretmen yetiştirme sistemimiz buna göre düzenlenmelidir. Gelişmiş toplum olmanın esası budur.
----------
Kaynakça
1-Aşkın Cevdet ''93 Harbinin Osmanlı Devleti'nin Yıkılışında Rolü … '' turkaydergi.com Ağustos 2019 sayısıe
2-Işık Emin '' Devleti Kuran İrade '' Hareket Yayınları, Nisan 1971 İstanbul
3-Aşkın Cevdet '' Öğretmenlerin Serbest Zaman Eğitimleri ve Rekreasyon Etkinliklerine Katılımındaki Sosyo-Ekonomik , Kültürel Etkenler , Düzce Örneği '' MEB Dergisi Kış 2016 Sayfa 160-189
4-Akyol Taha Karar: 13.08.2019 sayfa 9