Yeni bir başlangıç...
Memleketçe hemen her darlandığımızda "mütareke günleri gibi" hissetmelerimiz/benzetmelerimiz -ama ne hikmetse bir türlü devamını getirip de istiklâl günlerine erememelerimiz- pek meşhur ya;
Atatürk de Türklerin yaşadığı toprakları bir manada "yeniden fetih" mecburiyeti doğduğundan dolayı "Malazgirt günleri gibi" mi demişti acaba Samsun'a çıkmadan önce... "Kardeşleri"nin jurnallerinden, fetvalarından, emir ve talimatlarından dolayı kellesini koltuğuna aldığında "Ankara Savaşı gibi" diye mi geçirmişti içinden veya "Çaldıran günleri gibi..."
"Küçük Kaynarca koşulları"na benzettiğinden mi geçme ihtiyacı duymuştu Samsun'a; "Karlofça"yı mı hatırlamıştı yoksa!
Evet, bugün Türkiye Cumhuriyeti, Dünya Savaşı mağlubu Osmanlı'dan -en azından düşmanın postal seslerini duymadığımız için- az daha hallice olabilir...
Evet bugün de o gün gibi "Suriye Cephesi" çökmüş haldedir mesela...
Bugün de o gün gibi "Irak Cephesi"nden "kovmaktan" beter edilmiştir Türk askerleri; "çuval" hani...
Evet bugün de o gün gibi dipçiklenmişler, süngülenmişler, "işgale razı olmayanlar" önce yerlerde sonra hücrelerde süründürülmüşlerdir...
Evet bugün de o gün gibi, "Zito Venizelos"lara nazire makamında "Biji Apo"dan "Kak Mesut"a neler duymuştur bu kulaklar...
Evet bugün de o gün gibi "bir avuç"tur "tehlikenin farkında" olanlar ve yozlaşmıştır büyük oranda toplum; yağma, tecavüz her nevi "soysuzluk" alameti...
Boğaz'da 15 muharebe gemisi, 11 kruvazör, 29 muharip, 6 denizaltıyla demirleyen bir "itilaf güçleri donanması" yoktur belki ama rapor rapor, kanun kanun, talimat talimat ensemizdedir memlekete iktidar tayin eden "ittifak güçleri"...
Evet bugün de o gün gibi Süleyman Nazif'in "Buna müstehak değildik diyemeyiz. Müstehak olmasaydık, bu felakete düçâr olmazdık" satırlarını andıran onlarca "Kara Bir Gün" yazısı yayınlanmakta olabilir gazete sayfalarında; hepsinin bedeli ağır, yazanına...
Ama...
Namık Kemal, "Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini/Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini" diye sorduğu gün Mustafa Kemal kendisini bir Alparslan, bir Fatih, bir Kanuni olarak hayal edip de mi "bulunur elbet" diye atılmıştı ileri?
Tarih şuuruna zannederim hemen hepimizden çok sahip olduğunu kanıtlamış Mustafa Kemal, vatanı kurtarma mecburiyeti doğduğu gün "gemileri karadan yürütmek" yoluna mı gitmişti ki biz "Bandırma vapuru" bekliyoruz hâlâ? "Samsun" bir metafor olarak hafızamızda "kutlu bir emanet" gibi korunmalı, zinhar unutturulmamalıdır ama yeniden millî mücadele "tiyatroları"yla da sulandırılmamalıdır daha fazla!
Bugün nasıl Vahdettin'e karşılık gelen figürlerin gaflet ve dalaletinin adresi "Yıldız" değilse, kendisini Kuvayı Milliyecilerin karşılığı görenlerin de o yeni gaflet ve ihanet adresini "düşürecek" "başlangıç noktası" Samsun olamaz haliyle!
Sembolizmin önünde saygıyla eğilirim... Ama 2016 Türkiye'sinde devredilen egemenliğimizi geri kazanabilmek için ihtiyacımız olan şey 1919'dan müsamere düzeyinde zaman ve mekan kopyalamaları yapmak, içi boşaltılmış bir şekilcilik olabilir mi? 2016 Türkiye'sinin ihtiyaç duyduğu "1919'un ruhu"!
Ancak o ruh götürebilir bizi "tam bağımsızlığın" Malazgirt'i, Söğüt'ü, Samsun'u, Kocatepe'si olmaya namzet o "başlangıç" noktasına;
O ruhu taşıdığınıza olan inancımla sorayım:
Bugünün şartlarında, tehdit ve tehlikelerinde stratejik akıl nereyi işaret ediyor sizce bize; nereden başlamak lazım?
Ona göre artık başlayalım!