Yeni anayasa yapılırken!
Bugün de biraz “kitabî” olacağız, kusura bakmayın. Çünkü Meclisimiz yetkisi olmadığı halde tıpkı bir “Kurucu Meclis” gibi hareket ederek “Yeni bir anayasa” yapmak için kolları sıvamış durumda. Bu süreçte en çok duyacağımız kavramlardan biri “çağdaşlık” olacağı için bugün biz işte bu “çağdaşlığın” içini doldurmaya çalışacağız.
Çünkü Türkiye’de “çağdaşlık” denildiğinde akan sular durur. Kimse kendisine “çağdışı” denilmesine cesaret edemez. Çünkü insan ve cemiyet gelişiyor ve değişiyorsa dinamiktir. Dinamik olmayan fert ve cemiyetler yarınsız kalır. Çağdaşlığı “savunmak” ve ona “itiraz etmek” de bilgi ister. Türk aydınının kafasındaki çağdaşlık diğer bütün kavramlar gibi maalesef nevî şahsına münhasır değil, Avrupa patentlidir. Fakat o buna bazen Atatürkçülüğü, bazen sosyalistliği ilave eder. Oysa Avrupa’nın çağdaşlığı dört temel üzerinde filizlenir:
1. Siyasi temel
2. Kültürel temel
3. Ekonomik temel
4. Sosyal temel
İsterseniz bunları kısaca açalım ki, neyi savunduğumuz yahut neye karşı çıktığımız daha kolay anlaşılsın.
Siyasi çağdaşlık: Özü demokratik sistemdir. Eşit ve genel oy esastır. Karar mekanizmalarına her kesimin ve herkesin mümkün olduğu kadar iştiraki hedeflenir.
Kültürel çağdaşlık: Okur-yazar oranının yükseltilmesi, laik ideolojinin egemen hale getirilmesi, fikir özgürlüğünün halkın inanç değerlerine saldıracak şekilde serbest bırakılması, üniversitelerin devlet ve hükümetten bağımsız olması hep bu cümledendir.
Ekonomik çağdaşlık: Liberal üretim ve tüketim tarzının egemen hale getirilmesi.
Sosyal çağdaşlık: Haberleşme teknolojisinin gelişmesinden tutunuz da, kentleşme ve altyapı hizmetlerinin yaygınlaştırılmasına, sağlık problemlerinin çözümünden emeklilik meselesinin halline kadar insanı bu dünyada rahat ettirebilecek her şey bu bahsin içindedir diyebiliriz.
Buraya kadar genelde bir itiraz yoktur. Sadece “Kültürel çağdaşlaşma” ve “laiklik” hedefi Türkiye’nin gündemini devamlı meşgul eder. Gerçi bugün, dün laikliği dinsizlik olarak görenlerin, anayasalarında şeriat yazan ülkelere laiklik pazarladığını görüyor, şaşırıyoruz ama olsun. Bu kavramlar yeni anayasa yapılırken yine çok tartışılacaktır. Çünkü çağdaşlığı savunanlar yukarıdaki dört esasın tamamını “laiklik” içinde ararlar. Onlara göre çağdaşlık eşittir laikliktir. Hatta laik olmayan insan değildir bile diyebilmektedirler.
“Kültürel çağdaşlık” la “Sosyal çağdaşlık” yoğun bir alışveriş içersindedir. Avrupa’nın “çağdaşlık” der ve bunun içersindeki “sosyal” kökü kastederken ifade ettiği üç şey vardır:
a) Hümanizm.
b) Sekülarizm
c) Demokrasi
Hümanizm: Ortaçağın iskolastik düşünüşüne karşı eski Yunan ve Latin kültürünü en yüksek kültür örneği kabul eden felsefe, bilim (!) ve sanat görüşüdür. İşte asıl gericilik budur. İnsanlık, Ortaçağ’daki Yunanı aşamayacaksa kendinden utanmalıdır.
Sekülarizm: Dünyevileşme. İlahi olan bütün değerlerden kurtulma. Avrupa, “çağdaşlaşmanın” sosyal muhtevasında mutlaka “sekülarizmi” arar, orada bunun adı “laiklik”tir.
Demokrasi: Halkın kendi kendini idaresi. Bu tarif kelimenin tam anlamıyla bir palavradır ama halk(lar) buna inandırıldığı için biz ne söylersek söyleyelim, önyargı hükmünü sürdürecektir.
Demek ki “çağdaşlaşma”dan kasıt sadece teknolojinin ve yükselen refah seviyesinin bütün imkânlarından yararlanma, okuyan, üreten ve tüketen bir toplum olma ve kılık kıyafette Avrupa’ya benzemek falan değildir. Tabii bu kavramı biz “Bir Avrupalı” gibi anlıyorsak ve böyle bir muhteva ile ben ve benim gibilerin “çağdaş olması” asla mümkün değildir. Çünkü ben ne Yunan kültürünü en üst kültür olarak kabul edebilirim, ne de bütün davranışlarımı bu dünya hayatı ile sınırlayabilirim. Yani çağdaşlığı toptan inkâr etmediğim gibi ithal haliyle de asla kabul etmiyorum.
Bütün değerler gibi “çağdaşlığın” da benim Müslüman Türk tornamdan geçip millî bir şekil alması gerekiyor. Japonlar bunu gerçekleştirdi, ben niye gerçekleştiremeyeyim? Aslında İngiliz’inden Fransız’ına, Alman’ından Rus’una kadar öteki toplumlar da Japonlar gibi davranıyor; bir bizim “aydın” cıkların kafası kumda, haberiniz olsun.