Yazık oldu yarınlara…
Cumhuriyet tarihinin sanıyorum en dramatik hayatlarını '78 nesli yaşamıştır. 27 Mayıs darbesini yaşamışlar, 27 Mayıs darbesinin baskısıyla büyümüşler, idamları görmüşler, aile büyüklerinin hapishanelere düşmelerine şâhitlik etmişlerdir.
70'li yılların malûm ikliminde delikanlılık çağlarını yaşamışlar, kâhir ekseriyeti bu ülkeye dair dertler edinmişler, bu ülkenin derdiyle dertlenmişler, gencecik omuzlarına ülkenin dertlerini yüklenmişler, ideallerinin uğrunda gençliklerini tüketmişler, ân gelmiş yanıbaşında kurşunlanan en yakın arkadaşını toprağa vermişlerdir.
Hayatlarının gençlik eyyâmlarında ikinci askerî darbeye muhatap olmuşlar, bu kez muhatap oldukları darbe ailelerini değil, bizzat onları vurmuş, bizzat onların hayatları, bizzat onların bedenleri, bizzat onların istikbâlleri, bizzat onların hayalleri, bizzat onların haysiyetlerinin üzerinden geçmiştir. Akılalmaz insanlık dışı işkenceler altında idam sehpalarına yürümüşler, "vatan sağolsun" diyerek o dik başlarını yağlı urganlara geçirmişlerdir.
Evet…
Biz '78 nesilleri sanıyorum cumhuriyet tarihinin en dramatik hayatlarını yaşamış nesilleriz… Hafızalarımız yorgun, kendimiz yorgun, ideallerimiz yorgun, hayallerimiz yorgun nesilleriz biz… Mücadelemiz yorgun, kavgalarımız yorgun, hayallerimiz yorgun nesilleriz biz…
Güvendiği dağlara kar yağmış değil, güvendiği dağlar buz tutmuş nesilleriz biz…
Kahramanlıklarla, hayal kırıklıkları ve ihânetlerle dolu kanlı bir dramanın çocuklarıyız biz…
Fakat bütün bunlara rağmen bir hakkı teslim etmeliyiz ki şanslı nesilleriz aynı zamanda…
Bütün bu dramanın içinde, bütün bu kanlı tragedyanın içinde şanslı nesilleriz biz…
Sadağımızdan çıkan hiçbir ok düşmanımızın bile sırtına saplanmadı bizim…
Dostumuzu üzmektense hergün bin kez yanılmayı tercih etmeyi öğrettiler bize…
Ve bütün bunlar tarih oldu…
Artık kalleş okçuların tek hedefi var; muhatabının sırtı…
Artık saldırının tek hedefi var; muhatabının şahsiyeti, haysiyeti, izzeti, vakarı hatta iffeti…
Artık eleştirinin bir tek hedefi var; belaltı…
Bizim şansımız savaşın, kavganın, ölümlerin arasında da ahlâkı, vakarı, terbiyeyi, mertliği hayatın vazgeçilmezi olarak gören insanları tanıdık, o insanlarla yaşadık uzun yılları…
Bizler Alparslan Türkeş'i tanıdık, bizler Galip Erdemî tanıdık, bizler Nevzat Köseoğlu'nu tanıdık, bizler Muhsin Yazıcıoğlu'nu tanıdık ve daha nicelerini, hayatımızın uzun yıllarını onlarla yaşadık… Doğrusu tüm sıkıntılara değerdi…
Ya şimdi?!
Tüm siyâsî mülâhazalardan bağımsız olarak Merâl Akşener…
Kim?
Alparslan Türkeş'i evlerinde misafir etmiş, sofralarında ağırlamış MHP'li bir ailenin evlâdı, MHP İl Başkanlığı yapmış bir ağabeyin kız kardeşi, MHP milletvekili, MHP grubu adına TBMM vekilliği yapmış bir siyâsetçi, bir eş, bir anne, bir babaanne, bir hanımefendi…
Hepimizin annesi gibi bir anne, hepimizin ablaları gibi bir abla, hepimizin kızkardeşleri gibi bir kızkardeş, hepimizin eşleri gibi bir eş, bir hanımefendi…
Peki, Merâl Akşener'e bunca hakâreti savuranların örnek aldığı Türk milliyetçisi kim, ülkücü kim? Yukarıda saydığım isimler olamayacağına göre, kimi örnek alıyor olabilir hakâretlerin sahipleri? Bir ilçe başkanı, kendisi de bir annenin oğlu, kendisi de bir ablanın kardeşi, kendisi de bir kızkardeşin ağabeyi ve belki kendisi de bir kız evlât babası olarak o hakâreti hangi terbiye ile, hangi vicdan ile, hangi ahlâk ile ve nasıl telâffuz edebiliyor? Örneği kim?
Hiçbir örneği yok inanın…
Tek örneği örneksizlik…
Ve…
Ve bir Kemâlettin Tuğcu hikâyesi kadar acıklı sona eren ülkücülük… Basit hırsların emzirdiği bir kinin, artık çekip giden ülkücü terbiyenin, konjonktürün bahçesine bir yetim gibi bırakılan öksüz Türk milliyetçiliğinin, zarâfetin, beğefendiliğin hazin sonu bu…
Eski bir İlhan İrem şarkısında olduğu gibi:
"Yazık oldu yarınlara, avunuruz anılarla…"