Hadi Uluengin'e cevap

Sayın Hadi ULUENGİN
Hürriyet Gazetesi
Şubat tarihli Hürriyet Gazetesindeki sütununuzda “Kıbrıs satılmış mıydı” başlıklı yazınızda “Mr. No Denktaş ile Mr. No Papadopullos’un sahneden silinmeleri ile” barış kapılarının açıldığını müjdelemektesiniz. Annan Planına evet demek suretiyle nelere kadir olduğumuzu da dile getirmektesiniz. Papadopullos’un “sepetlenmesini” de Annan Planına evet deyişimize bağlamaktasınız. Annan Planına evet dendiği takdirde felâket tellallığı yapanlara (başta bana) gönlünüzce çatmaktasınız. Bu yazınız ile millete yanlış mesajlar verilmemiş olsaydı size cevap yazmak gereğini duymazdım.
1- Papadopullos’un gidişi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınma korkusundandır. Dolayısı ile KKTC’nin varlığı için uğraşmış ve bunu başarmış bir kişi olarak benim bu direnişimi “Mr. No” olarak tanımlayanlara güler geçerim. Annan Planına Papadopullos-Hristofyas ikilisi de evet demiş olsalardı, şimdiye Kıbrıs yine, Girit gibi yerinde olacak fakat Türkiye “denizlere açık bir ülke” olmaktan çıkmış olacaktı.
2- Dikkatinizden kaçan bir husus vardır: Papadopullos’un başkanlığındaki “trio”, bu kez Hristofyas’ın başkanlığında aynen devam etmektedir. Hristofyas, Papadopullos ile yapmış olduğu pazarlık sonucu seçimleri kazanmıştır ve Dr.Lissaridis’in katı Enosis’ci EDEK partisi de Papadopullos’u desteklediği gibi şimdi de Hristofyas’ı desteklemektedir. Değişiklik üslûpta veya takdimdedir. Esasta değişiklik beklenmemelidir. Hristofyas’a göre uzlaşma, Türk askerinin adadan çıkması, adanın askersizleştirilmesi, Garanti Anlaşmasının ortadan kalkması, Rum göçmenlere eski yerlerine dönme hakkının tanınması, “yerleşikler” dedikleri TC kökenli vatandaşların Anadolu’ya dönmesi, insan hakları ve AB normlarının katıksız uygulanması gibi esasları içermelidir. Ayrı egemenlik, ayrı bağımsızlık olamaz. Kıbrıs’ta tek bir HALK vardır, ve bu HALK yüzde 80 Rumlardan, yüzde 20 de Türk toplumundan oluşmaktadır. Ayrı referandumlara rağmen Kıbrıs Türklerinin kendi kaderlerini tayin hakkı yoktur. Varılacak anlaşmanın işlerliği olmalıdır; 1960 Anayasası gibi Türklere özel haklar vererek işlerlik bozulmamalıdır. Bunların tümü Papadopullos’un da savunduğu ilkelerdi. Hristofyas da, Papadopullos gibi, “Kıbrıs Cumhuriyeti vardır ve eksersiz bu Cumhuriyetin Anayasasını ” işler “ hale getirmektir” demektedir. İsviçre’de de bu konuda çalışan bir ekipleri varmış.
3- Annan Planına evet demekle elde edilmiş olan manevi yücelikten bahsediyorsunuz. Doğrudur. Sırtımızı okşayanlar çoğalmıştır ancak ne pahasına? Bunu düşünen yok. Yüceldiğimizi kanıtlamak için halka sunulan ne varsa propagandanın ötesine geçmeyen kandırmacalardır. “Manevi Yücelik” elde ettik diye halâ Referandumdaki “evet” oyumuzun milli iradeyi temsil ettiği yanlışına bağlı kalacaksak, o zaman, bu “başarımızın” ABD-İngiltere-BM Sekretaryası ve AB tarafından nasıl yorumlandığını unutmamız gerekmektedir. Bunların yorumlarına göre Annan Planını kabul etmiş olan Kıbrıs Türkleri bundan böyle “ayrı bağımsızlık, ayrı egemenlik, devletlerinin tanınması” gibi formüllere dönemezler. Askerin çekileceği, Garanti Anlaşmasının sulandırılacağı ve müdahale hakkının da var olmayacağı, Annan Planını kabul edişimizin doğal sonuçları olarak kabul edilmektedir. Bu nedenledir ki ABD’nin Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mathew Bryza beyefendi “Türkiye mükellefiyetlerini yerine getirsin ve önerilerini Rumların kabul edebilecekleri bir şekle soksun” çağrısında bulunmuştur. Görüşmeler başlayacaksa bu çizgiden başlayacaktır. Pazarlık marjinimiz bile yoktur. Annan Planında bize verilmiş görünenlerden kesip Rumlara vermek suretiyle Sayın Bryza’nın direktifi yerine getirilmiş olacaktır. Rum yine “olmadı” derse süreç devam edecektir, “olmadı” diyen taraf “meşru hükümet” olarak yola devam edecek, Türk tarafı yine “işgal altında yaşayan Türk azınlığı” addedilecektir.
4- Annan Planını Kıbrıs Türklerine kabul ettirme yönünde Türkiye nazım rol oynamak suretiyle Kıbrıs meselesini halledebilecek taraf olarak algılanmış oldu. Bu nedenle de AB yolculuğunda Kıbrıs meselesi önkoşul haline getirilmiş oldu. EK Protokolü imzalamakla da Türkiye kendiliğinden bu yükümlülük altına girdi. Halbuki yapılması gereken şey “Kıbrıs Rum tarafı Kıbrıs’ın tümünü temsil etmiyor ve 1960 Antlaşmalarına göre de Türkiye’nin tam üye olmadığı bir yere Kıbrıs üye olamaz; 1960 Antlaşmalarının temelini teşkil eden Türk-Yunan dengesi bozulamaz; Türkiye tam üye olmadan Kıbrıs’ı üye yapamazsınız” tezinin savunulması ve bu konuda taviz verilmemesiydi. Bu yapılacağına “Kıbrıs üye oldu” deyip ah ve vah ediliyor ve “bu hali başımıza Mr. No Denktaş getirdi” diye ahkâm kesiliyor. Bu konuda gerçekler makaleler olarak, kitap olarak yayınlanmıştır. Burada vaktinizi almayacağım. Ben Türk-Yunan dengesinin temelini teşkil eden “Kıbrıs, Türkiye’nin de üye olmadığı bir yere üye olamaz” prensibini sonuna kadar savundum. Bu hayati prensibi yok etmek için Rumların AB’ye yapmış oldukları müracaat karşısında gereken savunmayı Türkiye ile birlikte yaptım; bunu ortadan kaldıran ve Türkiye üye olmadan Kıbrıs’ı (bölünmüş halinde ve suçlu Rum tarafını meşru hükümet addederek) üye yapan Annan Planına Türkiye’nin evet demesindeki hikmeti bu güne kadar anlayamadım.
5- Çıkış yolu, Mr. No olmaktan çekinmemektir. Savunulan, şehitler pahasına elde edilmiş olan haklardır; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kıbrıs Türklerinin Ortaklık Cumhuriyetinin bağımsızlığında ve egemenliğinde olan eşit haklarının gaspını önleyerek somutlaştırdığı bünyedir. Bunu savunmak şereftir; Türkiye’nin hak ve hukukunu korumaktır. Egemenliği savunmayıp bağımsızlıktan vazgeçerek Rum’a yamalanmak herhalde pek de şerefli ve övünülecek bir iş değildir.
Saygılarımla, Rauf R. DENKTAŞ

Yazarın Diğer Yazıları