Yazar Şadıman Şenbalkan Yeniçağ’a konuştu: Kadına şiddet ve madalyonun öbür yüzü

Yazar Şadıman Şenbalkan Yeniçağ’a konuştu: Kadına şiddet ve madalyonun öbür yüzü

Gazeteci, yazar Şadıman Şenbalkan, ‘Kadına Şiddet Madalyonun Öbür Yüzü’ adlı röportaj kitabını yayımladı. Gazetemiz köşe yazarı Dr. Mehmet Yardımcı ile de kadına şiddet konusunda konuşan Şenbalkan’ın açıklamaları dikkat çekti. İşte o röportaj...

Gün geçmiyor ki ülkemizin çeşitli şehirlerinden kadına şiddet uygulandığına dair haberlerle; televizyonların haber bültenlerinde, ya da kadın programlarında ve gazetelerde karşılaşmayalım. Bu şiddet olaylarının sonucunu da erkeklerin; eşi, kızı, birlikte yaşadığı karşı cinse darpla veya ölümle görmekteyiz.

Yaşamını İzmir’de sürdüren; romanları, hikâyeleri, öykü kitabı, şiirleri ve röportajları yayımlanan gazeteci, yazar, şair Şadıman Şenbalkan, ‘Kadına Şiddet Madalyonun Öbür Yüzü’ adlı araştırma-İnceleme-Röportaj kitabını yayımladı. Şadıman Şenbalkan, bu kitabı için gazetemiz köşe yazarı Dr. Mehmet Yardımcı ile de kadına şiddet konusunda bir röportaj yaptı.

siddet.jpg

İşte o çarpıcı o röportaj:

Şadıman ŞENBALKAN: Kadın “anamız, kadınımız, sevgilimiz ve her şeyimiz” dendi fakat yine aynı kadın, dövüldü, hırpalandı ve öldürüldü. İki ayrı pencereden bakıldığında; kadına hangi sıfatı yükleyeceğiz?

Mehmet YARDIMCI: Türk kültüründe kadın anamız, sevgilimiz, her şeyimizdir. Batı ve diğer kültürlerin etkisiyle yozlaşan kültürümüz sonucunda kadına karşı görüşte önemli değişiklikler oluşmuştur. Ana, insan olmayı anlamlı kılan evin direğidir. Bu direkt Türk kültürü çerçevesinde korunmalı, çökmesine izin verilmemelidir. Kadına hangi pencereden bakarsak bakalım kadın anadır. Kadına yönelik her türlü olumsuz davranış, insan olma onurunu zedeleyen, onursuz bir eylemdir. İnsanoğlu, insan olmanın anlamını anadan öğrenir. Anaya karşı yapılan her türlü şiddet hoş görülmemeli, kınanmalı, cezalandırılmalıdır.

Şadıman ŞENBALKAN: Günümüzde büsbütün tırmanan kadına şiddet tarihin hangi aşamalarından bugüne dek süregelmiştir?

Mehmet YARDIMCI: Tarihin ilk dönemlerinde Türk toplumlarının hayat tarzı avcılık ve toplayıcılıktı. Kadınlar daha çok toplayıcılıkla uğraşıyorlardı. Bununla birlikte erkeklerle birlikte ava da giderlerdi. Bu dönemde insanlar doğayla uyum içinde yaşamaktaydılar. Çoğu göçebe topluluklarında cinsler arasındaki iş bölümü iş birliğine dayanırdı şiddet söz konusu değildi. Yerleşik hayata geçilip çeşitli kültürlerle ilişkilere girildiğinde Türk halkı kadına şiddetin her türlüsünü tanımış, kültürlerinde yüz karası bu uygulamalara yer vermişlerdir. Tarihin yerleşik hayata geçildiği dönemlerinden bu yana, kadının toplumsal durumunun genel anlamda çok büyük bir değişikliğe uğramadığı söylenebilir.

Dünyada, kadına yönelik şiddetin kökleri Roma İmparatorluğu'na dayanmaktadır. Roma İmparatorluğu döneminde erkekler kadınları istediği gibi cezalandırabilir, döver, gerekirse öldürebilirdi. Tarih boyunca birçok kültür ve gelenekte erkek her zaman özne, kadın ise ona bağımlı bir varlık olarak görülmüştür. Yüzyıllar boyunca kadın, iktidarı elinde bulunduran erkeğin dayatmaları ve sınırlandırmaları nedeniyle ezilmiştir. Bir Doğu toplumunda kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmeleri hoş görülmüş, kadınlar bir meta gibi alınıp satılmış, Orta Çağ Avrupa'sında sekiz yaşına gelen prensesler politik amaçlı evliliklere zorlanmış, 11. yüzyılda Kilise tarafından yürütülen davalarda, Engizisyon mahkemelerince büyücü olmakla suçlanan kadınların yakılmasına karar verilmiş,

Bu karar doğrultusunda kimi toplumlarda büyücü olduğu varsayılan kadınlar yakılmışlardır. Türklerin İslam’dan önceki dini “Tengricilik” idi. Tengriclik’de kadın kutsaldı, bir erkek sadece bir kadınla evlenebilirdi. Evlilikte mülk erkek ile kadınındı. Kadın savaşta erkeğinin yanında, barışta karar meclislerinde yer alırdı. Kadınlar devlet başkanı bile olabilirlerdi; Delhi Türklerinde Raziye Sultan, Kutluk Devleti’nde Türkan Hatun, Moğol Türklerinde Töregene Hatun tarihteki önemli Türk kadın devlet başkanlarıdır. Oysa aynı dönemlerde Araplar, “Cahiliye dönemini” yaşıyorlardı. Araplar'da bir erkek, istediği kadar kadın alabilirdi, istediği zaman da satabilirdi. Kadının deve kadar değeri yoktu. Erkekler, kız çocuklarını kuma gömerek öldürebilir, kız doğuran kadınları da cezalandırabilirlerdi.

Eski Türk kültüründe kadın gerçekten ana, eşinin yanında sözü geçer kadındır. Bu gerçek Türk kadını diğer kültürlerle kaynaştıkça asimile edilmiş, yozlaştırılmıştır. Ancak, ilan edilen Cumhuriyet, kadının statüsünde köklü değişiklikleri beraberinde getirmiştir.

Cumhuriyetin ilanıyla kadının kanun önünde eşit olabilmesi için yasalar çıkartılmıştır. Poligami evlilik türüne son verilmiş, kıyafet alanında yenilikler yapılmış, kadına seçme seçilme hakkı tanınmıştır.

Anadolu'da kadınlar şiddeti baba, amca, ağabeyi gibi en yakın aile bireylerinden görmektedir. Aile dışından gelen şiddetse genelde cinsel istismar şeklinde gerçekleşmektedir. Erkek egemen bir toplum oluşumuzdan olsa gerek, kadının şiddete maruz kalacağı doğduğu anda ona duyulan hoşnutsuzlukla başlar. Erkek çocuğu olan davul zurna çalıp kurbanlar keserek kutlar, kız çocuğu olan buruk bir sevinç ve hüzün duyar. Toplum içinde kadının durumu, toplumsal yaşamın çeşitli katmanlarına, kurumlarına ve bu arada birer üstyapı kurumu olan sanat ve edebiyata da çeşitli biçimlerde yansımıştır. Halide Edib Adıvar’ın kadın roman karakterleri güçlü duruşları, olaylar karşısındaki mücadeleleriyle dikkat çekicidir. Halit Ziya Uşaklıgil’in romanlarındaki kadınların yanı sıra Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu’nda duygusal, içli, çocuksu bir karakter olan İstanbul kızı Feride'nin aldatılmayı içine sindiremeyince Anadolu’ya, gidişi dikkat çeker.

1950 ve 1960’lardan sonra; Leylâ Erbil, Sevgi Soysal, Tezer Özlü, Ayla Kutlu, Füruzan, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Tomris Uyar gibi yazarlar, kadın sorunlarına daha fazla eğilmişler ve bu sorunları kendi gözlemleriyle ele alarak edebiyatımızda kadın sorunlarına, kadın gözüyle bakan bir tarzın öncüsü olmuşlardır

Şadıman ŞENBALKAN: Kadın bir yandan övülüyor, öte yandan da dövülüyor, sövülüyor ve öldürülüyor. Bu nasıl bir çelişkidir?

Mehmet YARDIMCI: Bu, toplumda var olan gizli bir hastalıktır. Bir yanda "Cennet anaların ayağı Altındadır" diyeceksin, öbür tarafta en okkalı küfürleri cinsellik üzerinden kadına yönelik olarak kurgulayacaksın. Hedefte ana, bacı, avrat yani kadın olacak. Öfkeni kadına yönelik cinsellik üzerinden kusacaksın. Erkek egemen yapı ile kadında, “evlenilecek kadın, eğlenilecek kadın” kıstası yaratacaksın. Bu çelişkinin adı bana göre toplumsal hastalıktır. Toplumda var olan şiddetin her geçen gün artması, erkek bir günah işlediğinde elinin kiri, kadın işlediğinde temizlenmesi gereken namus meselesi, gözüyle görülmesi, kadına yönelik şiddet nedeniyle yaşanan ölümlere bir türlü dur denilememesi toplumun hastalığı ve insanlığın bir ayıbıdır. Kadına şiddete başvuranların bence zekâ gelişimi tamamlanmamıştır.

Şadıman ŞENBALKAN: Kadına şiddet, hemen her gün tekrarlanıyor. Kadına şiddetin çözümleri üzerinde durulduğu söyleniyor, yeterli mi sizce?

Mehmet YARDIMCI: Hiç yeterli değildir. Ülkemizde erkeklerin bir kısmı kadınlara kadın çocuk doğuramadı ya da erkek çocuk doğuramadı diye, kadın bir işte çalışmak istedi diye, kapıyı geç açtı diye, soba yanmadı diye, yemek iyi pişmedi diye şiddet uygulamaktadır. Günümüzde eğitimin artması ile şiddet azalmasına rağmen, şiddetin dozu korkunç bir hal almıştır. Sapkın davranışlar, uyuşturucu maddelerin yaygınlaşması gibi nedenlerden dolayı kadına yapılan şiddetin kimi zaman bir vahşete dönüştüğü görülmektedir.

Burada bir gerçeği de göz ardı etmemek gerekir. Kadına şiddet uygulayanların çoğunun çocukluklarında kendilerinin şiddet gördüğü saptanmıştır. Bize düşen görev ise nedeni ne olursa olsun çocuklarımıza şiddet uygulamamaktır. Çünkü şiddet gören çocukların bir çoğu büyüdüklerinde şiddet uygulayan birer yetişkin olmaktadır. Kadın ve erkek beraber hayatın dengesidir. Birbirini tamamlamaya yönelik adımlar atılmalıdır. Çözüm kişisel bilinçlenmedir.

Şadıman ŞENBALKAN: Aile içi şiddetin en büyük nedenlerinden bir sosyo ekonomik sorunlar mıdır?

Mehmet YARDIMCI: Kadına şiddetin en büyük nedenlerden biri ekonomik sıkıntı, işsizlik ve refah seviyesinin düşük olmasıdır. Aileye bakamayacak kadar gelirin olmamasından yaşanan stres ve gerilim sonucu kadınlar erkekler tarafından şiddete maruz kalmaktadır. Şiddet, her şeyden önce bir güç gösterisidir. Şiddet uygulayan, karşı tarafa kendi gücünü hissettirmek ister. Toplumda yaşanan şiddetin temelinde yatan sebepler konusunda onlarcası sıralanabilir, ancak bu sebepleri tetikleyen ana neden karı koca arasındaki iletişimsizliktir. Tüm bunlara küçük yaşta evlendirilen, ekonomik olarak özgürlükleri ellerinde bulunmayan yani çalışmayan kadınlar eklenince vahim durumlar ortaya çıkmaktadır. Hoyratlığın ve hiddetin her türlüsünü pervasızca sergileyen bu şahıslar toplumdan tecrit edilmeli ve ıslah yolları aranmalıdır.

Şadıman ŞENBALKAN: Eğitimin şiddeti önleyici ne gibi müeyyideleri vardır?

Mehmet YARDIMCI: Aslında kadına yönelik şiddetin de, toplumda görülen diğer bütün şiddetlerin de temelinde aynı şey yatmaktadır. Sağlıksız iletişim ve eğitimsizlik. (Eğitimden kasıt diploma sahibi olma değildir.) Yasalar ve polisiye tedbirlerle şiddetin önüne geçilemez. Ama kadın yasal haklarını bilmeli, bu haklarını kullanmada ödün vermemelidir. Çünkü ödün ödünü getirir.

Tokat atma, vurma, tekmeleme ve dövme gibi fiziksel saldırı fiilleri, sindirme, sürekli küçük düşürme, aşağılama gibi psikolojik tacizler, cinsel ilişkiye zorlama ve öteki cinsel yolları zor kullanma biçimleri, kadını ailesinden ve arkadaşlarından uzaklaştırma, hareketlerini kısıtlama gibi çeşitli kontrol edici davranışlar hoş görülmemelidir. Kadın haklarını bilmesi açısından iyi eğitilmelidir.

Şadıman ŞENBALKAN: Bir eğitimci olarak, üniversitelerde şiddet konusunda eğitim verilmesini destekler misiniz?

Mehmet YARDIMCI: Kesinlikle destekliyorum.

Şadıman ŞENBALKAN: Dokuz Eylül Üniversitesi gibi çok önemli bir üniversitemizde yıllarca öğretim üyesi olarak çalıştınız, kitaplar yazdınız ve Türk Halk Edebiyatı’nda “Anlatmaya Dayalı Türler” adlı kitabınızda anlattığınız üzere “Halk Bilimi” dediğiniz kültürel ürünlerde geçmişimizi sağlayan kuşaktan kuşağa aktarılan köklerde katkıda bulunan kadınlar da var. Bu çıkarım için de kadınların olması kadının sosyolojik yerini az da olsa işaret ediyor mu?

Mehmet YARDIMCI: Elbette işaret ediyor. Anadolu Selçukluları zamanındaki siyasi ve kültürel ilişkiler sonunda Anadolu’da sosyal ve kültürel ortamda Ahi Evren’in eşi Fatma Bacı yani Kadıncık Ana kadınları bir araya getirerek Bacıyan-ı Rum örgütünü kurmuştur. Ahiliğin kadınların korunması ve kadın hakları bakımından günümüze yansıması önemlidir. Ahilik, akıl-ilim-ahlâk ve devlet bütünlüğünü amaçlar. Akıl ilk plana geçince, kadının sosyal hayatta yerini almaması düşünülemez. Bilindiği gibi Atatürk devrimi 5 Aralık 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkını vermiştir. Aslında eski Türklerde (Uygur, Göktürk, Oğuz, Selçuk) kadınlar sosyal ve kültürel yönlerden geri planda değildiler. Hatun denen bilgili, görgülü kültürlü kadınlar hakanın yanında bir çeşit danışman görevinde bulunurlardı. Anadolu’da erkeklerin yanında kadınların da teşkilatlandığını gösteren ana kuruluşlardan biri de Bacılar Teşkilâtıdır. Bu örgütün kadınlar arasında hızla yayılıp gelişmesi Bacıların geçmişte bazı önemli faaliyetler içinde bulunduklarının da işaretidir.

Önemli bir hizmet grubu oldukları anlaşılan bu örgüt üyelerinin yani Bacıların Anadolu kadınlarını örgütlendirdikleri yandaşlarını belli bir eğitim ve öğretimden geçtikleri, ata bindikleri, ok attıkları hatta gerektiğinde savaştıkları bilinmektedir.

Atatürk ‘Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın’ derken Ahi ocaklarının Baciyan-ı Rum kollarından esinlenir gibidir. Sosyal mücadeleler tarihi, kadının toplumsal mücadeleler tarihiyle koşut olarak sürmüş, kadınlar haklarını bu sosyal mücadeleler içinden geçerek elde etmeyi başarmışlar, toplumsal yaşamda daha aktif roller almışlardır. Bütün kazanımlara karşın, dünyada ‘erkek egemen düzen’ sürüp gitmektedir. Sosyo-kültürel yapımıza kök salmış olan şiddetin kökünü kurutacak olan karşılıklı anlayış ve insan sevgisidir. Şiddet sarmalından sıyrılmanın yolu, insana, sırf insan olduğu için değer vermekten geçer. Kadın iyi eğitilmeli, bir annenin kendi kızına bakışı ile oğlunun birlikte gezip tozduğu, bir başka annenin kızına bakışı aynı olmalıdır.

Şadıman ŞENBALKAN: Söz konusu kitabınızda Kadıncık Ana’nın, kadınları bir araya getirdiğini vurgulamışsınız. Kadınların bir araya gelmesi sosyal alanda bu gibi işlevsel toplulukların varlıklarına yol mu açmıştır?

Mehmet YARDIMCI: Elbette yol açmıştır. Bugün, bazı kadın örgütleri özveriyle çalışıyor, örgütleniyor, ilgiyle izlediğimiz gibi kadın haklarının savunuculuğunu yapıyorlar.

Şadıman ŞENBALKAN: Çoğulcu yaklaşıma göre erkek egemen toplumlarda kadının yeri nedir?

Mehmet YARDIMCI: Erkek egemen bir yapıya sahip toplumlarda mülkiyet ilişkileri, savaşlar yoluyla toprak kazanımının artması gibi olgular erkeği ön plana çıkarmakta, kadın ev ortamına kapatılarak toplumsal yaşamın dışına itilmekte, güçsüz bir konuma indirgenmektedir. Bu toplumlarda, iktidarla ilgili bütün algılamalar, bir şekilde kadın cinselliği ile ilişkilendirilmektedir. Cinselliğin içinde güç gösterisi ezerek, döverek tatmin olmaya, hatta öldürerek kendini kanıtlamaya kadar uzanmaktadır. Aslında, gücü, sadece cinsel güce indirgeyen iktidarsızlar, özellikle kadına el kaldırarak tatmin olacak kadar küçülebilmektedirler. Bu toplumlarda kadın sadece erkeğin bütün işlerini yapan meta olarak görülmektedir. Bu toplumlarda kadının adı yoktur. Oysa insan olmak, başlı başına bir değerdir. Tanrı insanı erkek ve kadın olarak eşit yaratmıştır. Bu ilke göz ardı edilmemelidir.

Şadıman ŞENBALKAN: Doğu ve Güneydoğudaki illerimizde kadına reva görülen ‘başlık parası’ kadının kimliğini yok sayan bir alışveriş biçimi midir?

Mehmet YARDIMCI: Elbette.

Şadıman ŞENBALKAN: Kadına şiddeti önlemek adına üniversiteler sivil toplum kuruluşları ortaklığında seminerler veriyor, araştırmalar yapıyor ama bu yeterli mi?

Mehmet YARDIMCI: Hayır yeterli değildir. İsviçre Medeni Kanunu’nun kabul edilmesi bu noktada önemli bir adım olarak görülür. Yeni yasa ile tek eşlilik getirilmiş, kadına boşanma konusunda eşit haklar sağlanmış, Çocuğun bakımı hem anneye hem de babaya verilmiştir. Günümüz modern yaşamında kadın erkek eşitliği yasalar çerçevesinde tam anlamıyla söz konusudur. Modern kadın iş, aile ve toplumsal hayatta özgürdür, eski dönemlere kıyasla önünde çok olanak vardır. Buna rağmen, günümüz kadının sorunlarının başında toplumsal rolü, ekonomik bağımsızlığı, dış dünyada ya da evinde, manevi, maddi ve cinsel yönden rahatsız edici davranışlara karşı kendini koruması gelmektedir.

Kimi durumlarda sadece kadına şiddet uygulanmamakta aynı zamanda emeği de sömürülmektedir. Bunu önlemeye kadın derneklerinin de gücü yetmemektedir. Bir değişime ihtiyaç vardır. Ortak bir akıl, ortak bir fikir ile hareket etmek gerekir. Sivil toplum kuruluşları, medya, basın, tüm iletişim araçları, okullarımız el ele vererek büyük ve ciddi bir kampanya başlatmalı, böyle bir kampanyada yer alarak da insanlık görevini yerine getirmelidir.

Şadıman ŞENBALKAN: Öğrencinin öğretim hayatında sözlü şiddete maruz kalması öğrencinin başarısını kırmaz mı?

Mehmet YARDIMCI: Kırar, şiddetin her türlüsünden uzak durmak gerekir.

Şadıman ŞENBALKAN: Şiddetin okullarımıza girmemesi için neler yapılabilir?

Mehmet YARDIMCI: Eğitimin ilk kademesinden başlamak koşulu ile her türlü şiddetten uzak durup tüm kademelerde şiddetin sakıncaları gereği gibi işlenmelidir.

Şadıman ŞENBALKAN: Zaman zaman öğrenci tarafından öğretmene de şiddet uygulanabiliyor. Bu konuda basından duyduğumuz örnekler mevcut. Bu vakayı neye bağlayabiliriz?

Mehmet YARDIMCI: Eğitimsizlikten doğan hastalığa bağlıyorum. Ruh sağlığı yerinde olan bir kimse, normal koşullarda ne şiddet yanlısı olur, ne şiddet uygular, ne de şiddeti meşrulaştırmaya kalkışır. Şiddet denildiği zaman ister istemez akla ilk gelen şiddet uygulayan kimsenin ruh hâli olmaktadır.

"KADINA İLK HAKKI ATATÜRK VERDİ"

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk, 5 Aralık 1934 tarihinde kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesini bir yasayla tescil ettirmiştir. Bu nedenle her 5 Aralık tarihi Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı veren yasanın kabulü ve “Kadın Hakları Günü” olarak kutlanmakta. Türk kadını bu hakkını 1934 yılında kazandı, peki Avrupa’daki diğer ülke kadınları ne zaman bu hakkı kazandı; Fransa 1944, İtalya 1945, Belçika 1960, İsviçre 1974. Gördüğünüz gibi medeni(!) Avrupa toplumlarıyla aramızda 10-40 yıl fark var…

"İŞTE BU FARK MUSTAFA KEMAL ATATÜRK FARKIDIR"

Çağının çok ötesinde bir vizyona sahip olan Mustafa Kemal Atatürk, çeşitli tarihlerde uygun gördüğü ortamlarda Türk kadınları hakkında görüşlerini belirtmiştir. Bu görüşlerinden bazıları şunlar:

(5 Aralık 1934: Atatürk’ün Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkı Verilmesinin Ardından Yazdığı Notlar)

Bu karar Türk kadınına sosyal ve siyasî hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lâzım gelecektir. Türk kadını evdeki medenî mevkiini salâhiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasî hayatta belediye seçimlerinde tecrübesini yapan Türk kadını, bu sefer de mebus seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medenî memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu salâhiyet ve liyakatle kullanacaktır.

(17 Mart 1923 Tarsus Konuşması)

Kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.

(21 Mart 1923 Konya Konuşması)

Çok büyük şükranla görüyoruz ve görmekteyiz ki, hiç bir yerde kadınlarımız erkeklerden aşağı değildir. Hemen her yerde kadın ve erkek seviyesi arasında bir eşitlik görmekteyim. Bu durum övgüye değerdir.

(30 Ağustos 1925 Kastamonu Konuşması)

İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?

(1923 Yılındaki Konuşması:

Afet İnan, Tarih Boyunca Türk Kadının Hak ve Görevleri)

Dünyada her şey kadının eseridir. Kadınlarımız eğer milletin gerçek anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden çok daha aydın ve faziletli olmaya çalışmalıdırlar.

(21 Mart 1923: Konya Konuşması)

Dünyada hiçbir milletin kadını, milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım diyemez.