Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sadi SOMUNCUOĞLU
Sadi SOMUNCUOĞLU

Yavru vatan Kıbrıs TÜRK’ünü doğru tanımak-II

Önceki yazıda 1960 sonrasından bazı kesitler vererek Kıbrıs Türk’ünün gerçeğini anlatmaya çalışmıştık. Bu bahse biraz daha devam edelim. 1974 sonrasında Kıbrıs’ta birçok parti kuruldu. Bunlar içinde CTP gibi Türkiye karşıtı, Rumlarla işbirliği siyasetini açıktan yapan, Sosyalist-Marksist partiler vardı. Aynen 28 Şubat 2011’de muhalefet partilerinin desteğiyle sendikalar tarafından yapılan mitingde, “Türkiye ne seni, ne memurunu ve ne de askerini istiyoruz. Çek git” diyenler gibileri.
CTP ilk defa 1993’te kurulan koalisyon hükümetinde yer aldı. Partinin Genel Başkanı Talat, Eğitim ve Kültür Bakanı oldu. Bu bakanlığı 2002’ye kadar sürdürdü. 2002- 2004 arasında Başbakan Yardımcılığı yaptı. 2004’te Başbakan, 2005’te %56 oyla Cumhurbaşkanı oldu. Başbakanlığa CTP Genel Başkanı Ferdi Sabit Soyer’i getirdi.
Talat 2009 seçimlerine kadar bu
görevde kaldı.
Bu dönemi kısaca değerlendirecek olursak, Kıbrıs Türk’ü; 1974 (Federe devlet) döneminden 1983 - 2011 KKTC dönemine kadar aşırı sola itibar etmemiş, hep sağduyudan, vatanseverlikten ve Türkiye’den yana hareket etmiştir. CTP hükümet kuracak güce ilk defa (koalisyon) 2004 yılında ulaşabilmiştir. Bu da açıktır ki, AKP iktidarı sayesinde olmuştur. Hem de Denktaş arkasından hançerlenerek, milletin önünde istiskal edilerek devlet CTP ve Talat’a teslim edilebilmiştir.
Bir diğer husus ise, açıkça Marksist-Sosyalist ideolojiyi benimsediğini, Türkiye’yi anavatanı saymadığını ve çözümü Rumlarla kendilerinin bulacağını söyleyebilen CTP ve Genel Başkanı Mehmet Ali Talat’ın görevi ve süresidir. Bu süre; 1993-2002 arasında 9 yıl Eğitim ve Kültür Bakanı, 2002-2004 arasında 2.5 yıl Başbakan Yardımcısı, 2004-2009 arasında 5 yıl Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmak üzere, ortalama 16 yıl ediyor. 35 yılın yarısına yakını demektir. Sorumlu arayanlar duysun.
Sözümüzün özü; bazılarının 28 Ocak 2011 mitinginde, Türkiye’ye hakarete yeltenen bir avuç Rum bozuntusunun çıkardığı rezaleti fırsat bilerek, KKTC’nin Kurucu Cumhurbaşkanı, millî kahraman Denktaş’ı sorumlu göstermeye kalkışmasıdır. Neymiş, efendim Denktaş gençliğin millî ve manevî değerlerle yetiştirilmesinin önemini görememiş, hata yapmış. Yaşananlar bunun sonucuymuş. Sanki Türkiye farklıymış, hatta daha zorda değilmiş gibi.
Denktaş televizyonda, biz yedi düvelle uğraşırken bunları göremedik dedi. Ayrıca KKTC Anayasasına göre, iç işlerinde Cumhurbaşkanının yetkisi hiç yok.
Önceki yazımızda, 1974 Barış Harekâtından sonra, Ecevit Hükümeti’nin Kuzey Kıbrıs’ı “Devlet Üretme Çiftliği” gibi yönetmek istediğine, bunun meydana
getirdiği ağır tahribata, 1975’te Kıbrıs’ı ziyaretimizde karşılaştığımız endişe verici manzaraya işaret etmiştik. Yine 1977’de toplanan “Kıbrıs Koordinasyon Kurulu” nun üyesi olarak, tehlikeli gidişe, ısrarla parmak basarak, işlerin bugünlere geleceğini vurgulamıştık.
Tabiî Kıbrıs Türk’ünü anlamak için, Ada’nın 1878’den-1960’a kadar İngiliz idaresi altında kaldığını, hep akılda tutmalıyız. Bu 82 yıl içinde Türkler, stratejik olarak ekonomik yönden bitirilmeye ve Ada’dan uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Mesela; bir Türk İngiliz İdaresine 1 kile buğday teslim etmişse 1 sterlin, Rum teslim emişse 2 sterlin alıyor. Bu işlem de açıktan yapılıyor. Sokağa çıkıldığında giyilmek üzere Türklerin evinde, genellikle bir çift ayakkabı bulunuyor. Nöbetleşe kullanılmak üzere.
1878’de Adaya gelen İngiliz valiyi karşılayan Rum heyetinin başındaki Papaz, “Kıbrıs’ı, Mora gibi bize ne zaman teslim edeceksiniz” diye soruyor. Yani Rumların davası ve hedefi var. Bizim var mı?..
1878’den 1974’e kadar Türkler hiç devlet yönettiler mi? Hayır. Buna rağmen KKTC, Türkiye’den daha demokratik, daha hoşgörülü, sürdürülebilir bir rejimi işletebilmektedir.
Bu tarihî bilgilerin 28 Ocak miting rezaleti ve ihaneti ile ne ilgisi olabilir diyebilirsiniz? Çok ilgisi var. Hatta meselenin özü buradadır. Mesela, Türkiye dahil, Türk tarafında Rumcu, şucu, bucu var da, büyük tahribatlar yapıyor da, Rum tarafında niçin yok?
Kıbrıs Türk’ünü değerlendirirken Türkiye’yi, Kıbrıs’ın tarihî, siyasî, ekonomik ve sosyal şartlarını ve nihayet karşımızdaki Rum ve Yunan ikilisi dahil Haçlıları dikkate almak zorunda olduğumuzu bilmeliyiz. Denktaş’a gelince, Allah’ın bir lütfu olarak gördüğümüzü söylemeliyiz.

***

Geçen yazıdaki, Yunanistan’ın darbesi 1974, bizim Kıbrıs’ı ziyaretimiz 1975 olacak.

Yazarın Diğer Yazıları