Yavru vatan Kıbrıs Türkü’nü doğru tanımak
Kendimi çok küçük yaşlardan itibaren Kıbrıs davamızın içinde buldum. 1956 yılıydı, Ankara Ticaret Lisesi ikinci sınıf öğrencisi kafa dengi beş arkadaş, kendimizce “Volkan” ismiyle bir teşkilat kurmuştuk. Değerli dostum rahmetli Halil Özyıldız, Varlık Özkoçak, İdris ve ismini hatırlayamadığım bir arkadaşla Kıbrıs’a kaçak giderek, Rumlarla mücadele edecektik. Bu tarihten itibaren Kıbrıs benim için millî bir mesele oldu. Bugüne kadar muhtelif gazete ve dergilerde makalelerim neşredildi, kitaplarım yayımlandı.
Malum 1960’da, Türkiye-Yunanistan-İngiltere arasında aktedilen Londra-Zürih Antlaşmasıyla Türkiye’nin de garantör olduğu “Kıbrıs Cumhuriyeti” ortak devleti kuruldu. Cumhurbaşkanı Papaz Makarios, devleti Rumlaştırmak için 1963’te, Yunanistan silahlı kuvvetleri Adayı Yunanistan’a bağlamak için Makariyos’a karşı, 15.07.1964’te darbe yaptı.Türk Silahlı Kuvvetleri, Garantörlük yetkisine dayanarak 20.07 1974’te Kıbrıs’a çıktı. Adil bir çözüm bulununcaya kadar güvenliği sağlayacağını ilan etti. Önce Türk Federe devleti, sonra da 1983’te bağımsız KKTC kuruldu.
1974’de rahmetli Galip Erdem ağabeyin başkanlığında bir heyetle adaya gitmiştik. Önce memurların grevde olduğunu gördük, şaşırdık. Çünkü Türkiye’de memurlara grev hakkı yoktu. Sonra neredeyse bütün kitapçıların Kıbrıs Öğretmenler ve Memurlar Sendikası’na ait olduğunu öğrendik. Vitrinlere bakınca Marksist-Leninist ve Maoist kitaplarla doldurulduğunu gördük. Adeta normal bir kitap yoktu.
Küçük olsalar da, CTP. TKP gibi komünist partiler gündeme hakimdi. Meclisinde dehşetli tartışmalar yaşanıyor, Denktaş’a, Türkiye’ye ve milletimizin değerlerine akıl almaz ağır suçlamalar yapılıyordu. Planlı olduğu anlaşılan bu sistemli kampanyalar gazetelerin sayfalarına da taşıyor, bir bardak suda kıyamet koparılıyordu. Mecliste, sokakta, evde çoğunluğu teşkil eden normal Kıbrıs Türk’ü bunlara bir anlam veremiyordu. Kafalar son derece karışıktı.
Doğrusu benzer durum Türkiye’de de yaşanıyordu, ama buradaki azgınlık bambaşkaydı. Bir ara “Bozkurt” unvanını taşıyan Kıbrıs’ın en yetkili komutanı Çetin Paşanın bizimle görüşmek istediğini öğrendik ve Mücahitler’den Kürşat beyin evinde buluştuk. Ben kendisine “Paşam burada gördüklerimize inanamadık. Sosyalist ve komünist azgınlık almış başını gidiyor. Bunun önüne geçilmezse, Kıbrıs’ı Rumlardan önce bunlar çökertecek” dedim. Paşa da, “Meclisin en azgın bir milletvekili ile bugün 6 saat konuştum. Biz durmuyor, çalışıyoruz...” faslından cevap verince öfkeyle, “Eyvah, sivrisineklerle teker teker uğraşarak bu saldırganlığın önlenebileceğini mi düşünüyorsunuz? Bir plan, bir yol, bir siyasetiniz yok mu?” deyince ortalık elektriklendi. Rahmetli Galip ağabey araya girerek bizi yatıştırdı.
Bu ortamın oluşmasını araştırınca gördük ki, 1974 müdahalesinde Başbakan olan Ecevit, Kıbrıs işini Maliye Bakanı Ziya Müezzinoğlu’na vermişti. Bakan’ın önündeki proje şöyleydi: Kuzey Kıbrıs, Devlet Üretme Çiftliği gibi işletilecek, “hakça üretim, hakça bölüşüm” olacak, kimseye mülkiyet hakkı verilmeyecekti. Sanki kolhoz gibi işletilecekti. Bunun için neredeyse her bakanlıktan seçilmiş aşırı solcu memurlar gönderilmişti.
Yine bu gezide gördük ki Güzelyurt narenciye bahçeleri susuz kaldığı ve mahsul toplanamadığı için ağaçların altına düşen asitli narenciye kabukları yüzünden ağaçlar kuruyordu. Oradakilere sorduğumuzda, “Buraların sahipleri yok. Müdahale edemiyoruz. Çünkü suç oluyor” dediler.
Bu tablodan sonra 1977’ye gelelim. Rahmetli Başbakan Yardımcısı Türkeş’in başkan olduğu, Dışişleri Bakanı Çağlayangil, diğer bazı Bakanlar, Devlet Bakanı olarak benim ve bazı bürokratların üyesi olduğum KKTC Koordinasyon Kurulu toplanmıştı. Magosa derin su limanı. Lefkoşa-Magosa yolu ve memur maaşları gibi ödenek konuları tamamlanınca söz alarak; 1975’te gördüğümüz manzarayı anlattım. “Tedbir alınmazsa, Kıbrıs’ı kendi elimizle kaybedeceğiz” dedim. Rahmetli Çağlayangil, yüksek bir ses tonuyla, “Ne yani, bağımsız Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin iç işlerine mi karışacağız?” şeklinde konuştu. Söz alarak, “Biraz önce ödenek tahsis ederek ne yapmış olduk?” dedim. Tekrar Çağlayangil, “Komünistler burada da var. Ne yapabiliriz” dedi. Ben “Evet burada da var ama mücadele ediyoruz. Hiç olmazsa Kıbrıs’a gönderdiğimiz aşırı solcu memurları çekerek, yerlerine devletine milletine bağlı memurlar gönderemez miyiz” cevabını vermiştim. Devamı var.