Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sadi SOMUNCUOĞLU
Sadi SOMUNCUOĞLU

“Yavru vatan” “Kardeş ülke”

Mustafa Akıncı, KKTC Cumhurbaşkanı seçildi, hayırlı olsun! Akıncı bilinen bir siyasetçi; rahmetli Denktaş ve devamı olan Eroğlu’na karşı, muhalif cephede yer alan biri. Buna Talat cephesi de diyebiliriz.

Birinci cephenin siyaseti, özetle şöyledir:

1) Türkiye ile sıkı iş birliği ve mutabakat içinde hareket etmektedir. 2) Kıbrıs Türklüğünün Ada’da ilelebet milli kimliğiyle yaşamasını esas almaktadır. 3) Kıbrıs’ın Helen Adası olmasını asla kabul etmemektedir.

İkinci cephenin siyaseti şöyle özetlenebilir:

1) Türkiye ile istişareler yapılacaktır; ama bize baskı yapılmamalıdır. 2) Barışın engeli olarak görülen Türk askeri adadan ayrılmalıdır. 3) Rumlarla yürütülecek müzakerelerin, sonuçta karar vericisi biz olmalıyız. 4) Amacımız, BM ve AB kuralları çerçevesinde, kardeşçe yaşayabileceğimiz uzlaşmadır.

Birinci cephe siyaseti; Türkiye merkezli, hatta Türk Dünyası ile irtibatlı olarak, tutarlı ve istikrarlı bir şekilde sürdürülmektedir; milli karakterlidir. İkinci cephe siyaseti ise; çok renkli, kendi içinde ayrıntılarda ve üslupta ciddi bazı farklılıkları olan, hatta zaman içinde esasları değişebilen özelliktedir. Bu haliyle tarihi gerçeklerden uzak, Rumların ve dış mihrakların tesirinde kaldığı ve gündelik hesaplara dayandığı söylenebilir. Buna; Adanın 1571’de fethinden günümüze kadar Türkiye’nin milli güvenliği ve tarihi hakları açısından ne ifade ettiğinin, moral değerler açısından Türk Dünyası için taşıdığı anlamın, Kıbrıs Türklerinin bugünü ve yarınını hangi ölçüde garanti altına aldığının ve nihayet 1974 Barış Harekâtının anlamı ve sonuçlarının farkında olmayan bir siyaset de diyebiliriz.

Nitekim Akıncı işe, daha Bismillah demeden mülkiyeti Abdurrahman Paşa Vakfı’na ait olan kapalı Maraş bölgesini Rumlara vereceği müjdesiyle başladı. Bu sebeple olacak ki, Batı dünyasında Akıncı’nın Cumhurbaşkanı olmasına “çözüm için ümit ışığı” denildi. Bunu çok anlamlı bulduğumuzu söylemeliyiz. Buradaki “çözüm” den kastın, gerçekte Güney Rum Devletine, Türklerin azınlık olarak yamanmasından ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Zaman zaman dillendirilen “Birleşme” budur. Anadolu’da bin yıldır bir ve bütün olan Türk Milletini, AB projeleri ve PKK/KCK ile bölmeye çalışan Haçlılar; sıra Kıbrıs’a gelince, Türkleri hile ile Rumların egemenliği altında birleştirmek ve yok etmek peşinde koşuyorlar. “Yavru vatan” ve “Kardeş ülke” tartışmasına, bir de bu açıdan bakılmalıdır.

1960’ta ne olmuştu?

Zürih ve Londra Antlaşmaları ile 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Cumhuriyetin Anayasasında yer alan bazı önemli maddeleri hatırlayalım. Şöyle ki;

* Rum Cumhurbaşkanı, Rum Toplumu tarafından; Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı ise Türk Toplumu tarafından seçilecektir. * Bakanlar Konseyi; 7 Rum ve 3 Türk olmak üzere 10 bakandan oluşacak ve toplumların tek taraflı karar almalarını engellemek için yasaları ve Bakanlar Kurulu kararlarını, Rum Cumhurbaşkanı veya Türk Cumhurbaşkanı yardımcısı veto edebilecektir.

* Yüksek Anayasa Mahkemesi; bir Rum, bir Türk ve bir tarafsız yabancı yargıçtan oluşacaktır. n Her iki toplum için ayrı Cemaat Meclisleri kurulacak; bu meclisler din, eğitim, kültürel ve öğretim gibi konular yanında vergilendirme hakkına da sahip olacaktır. * Toplumların ayrı mahkemeleri olacak, davalı ve davacı ayrı toplumlardan ise karma mahkemeler kurulacaktır.

n Kıbrıs Cumhuriyeti’nin beş büyük şehrinde Rum ve Türk toplumları için ayrı ayrı belediyeler kurulacaktır.

Garantörlük Anlaşmasının önemli bazı maddeleri de şöyle:

* Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder. Herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolayısı ile teşvik edecek her nevi hareketi yasak ve ilan eder.

Buna göre Ada, AB’ye giremez. Ayrıca;

* Yunanistan, Türkiye ve İngiltere, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve aynı zamanda Anayasanın temel maddeleriyle kurulan düzenini tanırlar ve garanti ederler. Ortak veya anlaşarak hareket edilemediği takdirde, garanti veren her üç devletten her biri, bu anlaşma ile kurulan düzeni tekrar kurmak amacı ile harekete geçmek hakkını saklı tutarlar.

* Türkiye’nin “Garantör ülke” olması sayesinde, Türk Alayı Lefkoşa’da bulunmaktadır. 1974 Barış Harekâtı yapılmış, 1975’te KKTF Devleti kurulmuş, 1983’te de “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)” ilan edilerek 32 yıldır yaşatılmaktadır.

Yunanistan, garantörlükten çekileceğini söyleyerek, Türkiye’nin de çekilmesini sağlamaya çalışmaktadır. Yeni oyunun bir başlığı da bu olsa gerek.

Sonuç: 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olan papaz Makarios, 2 yıl bekleyebildi, sonra anayasayı rafa kaldırarak devleti yıkıp Rum devleti yaptı. Adayı Türksüzleştirmek için, yaygın bir şekilde katliam ve sindirme stratejisi uyguladı. Savunmasız masum Türklere uygulanan bu vahşet, Türk Ordusunun 20 Temmuz 1974 müdahalesine kadar sürdü. Bugünlere kolay gelinmedi, çok bedel ödendi. Hiç kimse bu yaşananları unutmamalı. Özellikle de yöneticiler.

“Tarih Ders almayanlar için merhametsizdir!” demişler, doğru değil mi?..

Yazarın Diğer Yazıları