"Yaşama Yerleşmek"
Yaşama tam yerleşemeyenleri ya deprem kaldırır, ya toplum!
Programlarının birçoğunu TV ekranlarından takip ettiğim ve kitaplarının bazılarını okuma fırsatı bulduğum, kendime dair yaşanmışlıklarla buluşturup “burası beni anlatıyor” dediğim çok paragrafta küçük şeylerin hayatımızda ne kadar önemli ve büyük şeyler olduğuyla zaman zaman yüzleşmişimdir.
Değerli Türk akademisyeni, psikolog, yapımcı, yazar ve hoca Prof. Dr. Üstün Dökmen’den bahsediyorum. “Küçük Şeyler” 1-2 ve ardından, kendi deyimiyle, bu serinin devamı olan “Yaşama Yerleşmek” isimli yine çok keyifli bir kitap Dökmen imzası ve Remzi Kitapevi basımıyla okuyucusuyla buluştu.
Ocak 2008 basımı olan eser şu ana kadar 5. baskı yaptı. Kitap Üstün Hoca’nın annesine ithafıyla başlıyor. “Yaşama yerleşmek ne demek? Belki de her şey demek” sözleriyle devam ediyor. Üstün Dökmen kaliteli yaşamanın vazgeçilmez koşulu olan yaşama yerleşebilmeyi, başka bir deyişle, hayata tutunmayı, yarına kalma ihtimalimizi artırmayı anlatıyor. Kimilerimiz ya da, sanırım bir kısmımız hayata dört elle sarılırız. Bu bir yaşam biçimi olmuştur, böylede sürer gider. Zor veya kolay her şeyi bu güçle karşılarız, yazarın da dediği gibi “hayatı fark ederiz” sevinir, sever, üzülür, kaybeder ya da kazanırız. Kısacası anı yaşarız.
Getirisi neyse hayatın öylece kabulleniriz ve dört elle kavrarız her şeyi. Kimileriyse, kitapta da anlatıldığı üzere, adeta “parmak ucuyla tutar yaşamı” hani ellerinin arasından her an kayıp gidecek bir ömüre, geleceğinin kendisi dışında şekillenmesine razı gibidir. Sanki kaybetmeye, pes etmeye baştan hazırdır. İşte “Yaşama Yerleşmek” tam tersine hayatı sıkı sıkı tutup bulunduğumuz ana doğru yerleşmemizi anlatıyor. Kitapta çok güçlü ifadeler var, bazılarını aynen aktarıyorum.
“Bir insanın genelde yaşama yerleşmesi ile herhangi bir yere, bir sandalyeye bir koltuğa veya bir sedire yerleşmesi, özde birbirine benzer.”
Gerçekten de düşündürücü, bakınız şöyle devam ediyor.
“Yaşama rahatça yerleşirseniz, kendileri yaşama rahatça yerleşemeyen bu yüzden de rahatlamış insanlardan rahatsız olur kişiler, ” Ne o, dünyaya kazık mı kakacaksın? Diyebilirler. Desinler. Hem sonsuz ömürlü olmadığımızı bilmek hem de dünyaya kazık kakmaya çalışarak yaşamak mümkündür. “ Bence, kazık atanlar da ayrı tabii. Yaşama tutunmak sadece kazık kakmaksa mahzuru yok. Yazar çok güzel bir gerçeği de şaka yollu ima etmiş. ” Kazık kakılmadan yapılan inşaatlar yıkılıyor. Kazık kakılanların, perde beton koyanların evleri ayakta kalıyor...
Sizce de doğru değil mi? Depremlerde onlarca vatandaşımızı kakılmayan kazıklar yüzünden kaybetmedik mi? Kazık atanların yanı sıra masum insanlarımız da ölmedi mi? Bu üzücü benzetmeden, başka bir bölüme geçmek istiyorum.
Kitapta birbirinden güzel deyiş ve atasözleri de yaşama ait gerçeklerle buluşturulup anlam kazanmış. Ör. “Aşk olunan bir şey değildir. Oluşturulan bir şey olmalıdır.” Bence de, aşkı korumak ona sahip çıkmak gerekir.
Bir başka atasözü, “yaşamı yeterince ellemeden ona yerleşemeyiz, yaşamı ezberle öğrenmeye çalışanlar yaşama eğreti yerleşirler.”
Sizce de öyle değil mi sevgili okurlarım. Her şeyin hakkını vermek gerekli; emek, özveri, kararlılık ve inanmak bizleri yaşama yerleştiriyor. Mesela yorgunluktan bitmişken yatağa uzanmak ama ne için yorulduğunuzu bilmek. Bir bahçenin önünden geçerken duyduğunuz hanımeli kokuları.
Bahçeye emek verenin ürünle buluşması ve bu güzelliği oradan geçen herkesle paylaşmak, içsel huzurumuz. Sevdiğimiz insanların, yaşlı anne ve babanızın telefonun öbür ucunda olması, size merhaba demesi, özlediklerimiz... Kendinizi yeniden keşfetmek ya da ruhunuzu yenilemek istiyorsanız, güçlü anlatımlarla dopdolu bu harika kitabı koltuğunuza yerleşerek mutlaka okumalısınız!