Yasaklanan bayramda bayraklaşan bir Atatürk evladı

Hiçbir zaman, kimsenin masasında bardak gibi dizilip, gerçek hayatında asla yeri olmayan, inanmadığı, benimsemediği türlü "açılım"ı, hayran "kalmış gibi" yaparak, ağzı açık ayran budalası gibi dinlemedi...

Hiçbir zaman, kimsenin kapısında kuyruğa girip de bağlılıklarını bildirme sırasının kendisine gelmesini beklemedi...

Hiçbir zaman, kimsenin karşısında ters L pozisyonu almış, ancak bir omurgasızın becerebileceği kadar eğilmiş halde, el pençe divan görmedik onu...

Ki zaten gerek yoktu.

Tek kişinin iki dudağı arasına ipotekli bir siyaset kurgusunda, Mardin güvercinini bile kıskandıran taklalarla, Atatürk'ün dediği gibi "milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız".

Çünkü...

Mübalağası vardır, mecazı vardır, teşbihi vardır, rolü vardır, taklidi vardır ama gerçeküstüsü bile "gerçek"tir, başka birçok şeyden farklı olarak sanatın.

Diyor ya Franz Kafka, "gözün gerçekle kamaşması"; "geri geri kaçan ucube maskelere vuran ışıktır gerçek, başka bir şey değil."

İşte bu yüzden "hal"den bağımsız olamaz sanatçı.

Yaşadığı topraktan, soluduğu havadan, içtiği sudan bağımsız olamaz.

Olsaydı, öyle de olunsaydı, ne Aşık Veysel ruhumuzu kavrardı, ne Yunus Emre, ne Aşık Mahsuni...

Laf buraya nereden mi geldi?

Kıraç'tan!

Dün güne, Türk Milleti'nin "kurtuluş günü"nü kutladığı bayrama onun marşıyla başladım... "Konjonktür" belasına neredeyse "millet düşmanı"na dönüşen emsallerinden farklı olarak "Atatürk" demekten, "Cumhuriyet" demekten, "vatan" demekten, "bayrak" demekten hiç vazgeçmediği, sesini hiç kısmadığı, çoğunluğun sesi kısıldıkça o daha da gür haykırdığı için...

Ve belki de her şeyden önemlisi, yozlaşmanın modernizm diye pazarlandığı şu çağda, Peppe aracılığıyla çocuklara bu milletin türkülerini, ninnilerini, yemeklerini, aile içi ilişki biçimini, örfünü, adetini unutturmayan eşi Ayşe Şule ile birlikte bu milletin bütün değerleriyle donatılmış, pırıl pırıl iki Türk evladı yetiştirdikleri, çocukları Elif Iraz ve Çağrı Manas'ı her nevi kirlilikten koruyarak yetiştirip, onları hayranlıkla izleyen milyonlarca insana bu ülkede hâlâ hepimizin "özüne dönmek" gibi bir şansı olduğunu hatırlattığı için çok teşekkür ederim...

Sokakları susturdular belki ama Kıraç'ın hazırladığı 19 Mayıs Marşı sayesinde evlerimizde, iş yerlerimizde, araçlarımızda yolculuk sırasında, cep telefonlarından eşimiz dostumuzla olabildiğince güçlü bir şekilde haykırarak kutladık bayramımızı:

"19 Mayıs doğum günümüzdür.

Her 19 Mayıs'ta yeniden doğarız biz."

***

Her şey ortada

----

Şimdi "FETÖ" olduğu iddia edilen yapının medya yapılanması çerçevesinde "ana akım"dan tasfiye edilen ne kadar "deve dişi gibi" yazar varsa;

Bekir Coşkun... Yılmaz Özdil... Emin Çölaşan... Necati Doğru... Rahmi Turan... Can Ataklı...

Şimdi "FETÖ" olduğu iddia edilen yapının kumpasına bizzat uğramış, Silivri hücrelerine kapatılmış Soner Yalçın...

Hepsine kapılarını açtı.

"FETÖ" tezgahlarına alkış tutmakla meşgul ana "ana akım"da yazamadıklarını yazmalarına olanak sağladı.

Mahremlerini bilemem ama yayınlarında iktidara ne kadar muhalefet yaptıysa, kim bilir kaç mislini Türkiye'yi bir cemaat, tarikat devletine dönüştürmek isteyen paralel yapılanmalara karşı yaptı.

Sözcü için söyleyeceklerim bu kadar!

***

Delil var mı delil?

-------

İktidar yanlısı yazarların bile "tetikçi" ilan ettiği bir meczubun aylarca süren hedef göstermelerini taçlandırıyor olmasaydı, "adalet"e güven duygusu bu denli örselenmiş olmasaydı, dün sabah haberdar olduğumuz operasyon belki, bir ihtimal, kamu vicdanında "acaba" yaratabilirdi...

Ama...

Dalga geçer gibi...

"FETÖ'yle mücadele", "at izi it izine karıştı" itirafına da sahne olacak şekilde raydan çıkarılmışken, kör kör parmağım gözüne der gibi...

Bir 19 Mayıs sabahı, tam sayfa Atatürk manşetiyle çıkmış bir gazeteye operasyon yapılınca...

Olmuyor...

Bu operasyonun muhalefeti susturmak için yapılmadığına inanalım istiyorsanız; somut ve gerçek deliller gerekli.

Hani?

Yazarın Diğer Yazıları