Yarım milyon insan niye öldü?
Akla gelebilecek en ağır suçlamalar, hatta akla-hayale sığmayacak iddialar eşliğinde yürüttüğümüz "Esed'in hükümranlığına son verme harekâtı", "Esad rejimine saygı duyma" kararıyla sona erdi!
Rusya ve İran'la vardığımız uzlaşmaya göre;
"Etnik köken, din ve mezhep gözetmeksizin (Esad yönetimindeki) Suriye'nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne saygı" duyacağız.
Bilmem tercüme etmeme gerek var mı; bu "Eyyy Esed" diye komşu ülkenin iç işlerine müdahaleye yeltenmemeyi gerektiriyor her şeyden önce...
***
Objektif, soğukkanlı bakmayı becerebilirseniz en başından "olması gereken" de buydu zaten.
Hepimiz biliyoruz ki, bir gün ansızın Suriye için bir "rejim sorunu" icat etmeseydik...
Trajikomik biçimde, kendi ülkemizde misliyle yaşanan birtakım anti-demokratik uygulamaları öne sürüp de, egemen bir devletin seçilmiş devlet başkanını devirmek gibi bir hakka sahip olduğumuz zannıyla bazı garip ittifaklara yönelmeseydik...
O gün "muhalif" bugün "terörist" dediğimiz kimi gruplar ülkemizde, beş yıldızlı otellerde iç karışıklık organizasyonu yapabilme cüreti bulamamış olsaydı...
İki ileri bir geri devam edecekti yaşamına Suriyeli.
Evet en başından "olması gereken" zaten egemen bir devleti dizayna kalkışmamaktı.
Ama "olmaması gereken"ler yüzünden;
Mesela hiç ölmemesi gereken 500 binden fazla sivil, vatansız kalmaması gereken milyonlarca mülteci ve elbette kuşatıldıkları bölgelerde ölümün en dehşetengizine mahkûm edilen soydaşlarımız yüzünden ne "oh", ne "nihayet" diyebilecek hal kaldı bizde.
***
Son tahlilde madem Suriye'de "Esad rejimine odaklanmama" konusunda anlaşacaktık, madem 14 Mart 2011 noktasına dönecektik, birinin, 15 Mart 2011'den itibaren, durduk yere, "reform talebi" gibi bir sömürgeci ağızla, neden ısrarla "katil Esed", "işgalci Esed", "cellat Esed"e odaklı bir dış politika izlendiğini izah etmesi gerekiyor;
Üstelik Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırlarını tehlikeye atmak pahasına.
Birinin de siyasi faturası neyse ödemesi mutlaka...
Ama böyle tarihi bir geri adımla dünyaya değil kendi halkına!
***
GÜNÜN SORUSU
"Saygı" kararı aldığımız Esad'la fotoğraf çektirmek, röportaj yapmak ve benzeri eylemler hâlâ meydanlarda hakaretamiz ifadelerle hedef gösterilmeyi hak ettiren "suçlar" arasında mı?
***
Nasıl okuyalım?
Moskova'daki üçlü zirveden sonra yayınlanan açıklamada "El Nusra ve IŞİD'le ortak mücadele ve silahlı muhalif grupların bu örgütlerden ayrıştırılması" yazıyor...
Bir bilen bunun "nasıl okunması" gerektiğini açıklayabilir mi;
"PYD-YPG'yi kayırmaya devam edeceğiz" diye değildir inşallah!
***
Medya kuruluşları "marjinal fayda" analizlerini "gazetecilik faaliyeti" değil "gazetecilik faaliyetinin iktidar nazarındaki konumlandırılmalarına etkisi" üzerinden yaptıkları/yapmak durumunda kaldıkları için Deniz Zeyrek'e "geçmiş olsun" dışında denilebilecek bir şey yok maalesef...
***
Ya erken seçim çıkarsa?!
Diyorlar ki...
Halkın "Başkanlık" sistemine desteği değil yüzde 50'yi geçmek, bu orana yaklaşamıyor bile...
***
Siyasi rakiplerinden farklı olarak "tabanına rağmen" politik hamle yapmaktan kaçınan AKP, bu denli hayati bir konuda riske girmeyip, -senaryo bu ya- TBMM'de fire vermemek için mücadele etmek yerine bile isteye fire verirse...
Akabinde de "referandum olmuyorsa sandığa buyurun" derse...
Yeni Anayasa değişikliğine "hayır" diyeceğini ifade edenleri çok ağır hakaretler, yakıştırmalarla "ötekileştiren" bir kısım muhalefet, hangi argümanla oy isteyecek partisine erken seçimde?
***
GÜNÜN SÖZÜ
Kısaca söyleyeyim; anlamak yordu beni. Edip Cansever.
***
Not: Yeni yıla kadar; bana biraz müsaade...