Yargılamak değil algılamak
Sosyal ile ekonomi, madde ile maneviyat, gelenek ile modernlik, merkez ile çevre arasındaki makas ne kadar açılırsa toplum o kadar huzursuz oluyor. Birbirini desteklemesi, beslemesi ve üretmesi gereken değerler, birbirinin karşıtı ya da alternatifi haline gelir ya da getirilirse o toplumda çatışma/gerilim kaçınılmazdır. Bunlar bize, adaletsizlik, eşitsizlik ve hoşgörüsüzlükten kaynaklanan çatışmalar olarak yansır.
Bireyin toplumda kendisi için bir yer olduğunu fark etmesi ve herkesin kendi değerleriyle yerli yerinde olduğunu görmesi düzen ve huzur getirir. Belirsizlikler kaygı ve kriz yaratır. Kişiler, yönetimlere en büyük tepkiyi, yaşam alanlarının sürdürülebilir olmaktan çıkması durumunda verirler. Bu tür tepkiler kimlikten, haysiyetten ve onurdan kaynaklanır.
İktidarlar yaptığı düzenlemelerle adeta bireylere ‘sizin adınıza ben düşünüyor, planlıyor ve karar veriyorum, size düşen; yap denileni yapmak, yapma denileni yapmamaktır’ diyorsa, bu duruma bireylerin direnişi kaçınılmazdır. Burada da bireyler özgürlük için karşı duruş gösterirler.
İktidarla birlikte, birden bire statüsü değişenler, zenginleşenler, merkeze taşınanlar, karar verme mekanizmasının başına gelip oturanlar; halk tabiriyle birden bire “ne oldum delisi” olanların yoğunlaştığı zamanlar, gruplar arasındaki gerilim doruğa çıkar.
Dünün zayıf, itilmiş ve çevrede tutulmuş olanları, rövanş duygusuyla hareket etmeye başladığında çatışma kaçınılmaz olur. Daha önce yapamadıklarını bir talimatla yapan, hak etmediği ihaleyi kitabına uydurarak alan, istediğini içeri tıkan, kendisine daha önce yapılanı bu defa kendisi yapan yeni kudret elitleriyle diğer toplum kesimleri karşı karşıya gelir. Bütün bu olgular çıkar ve sınıf çatışmaları biçiminde meydana gelir.
Kentli, eğitimli, aristokrat ve burjuva nitelikli sosyetenin yerini bu kez benzer davranışları gösteren, tepeden bakışlı şark kurnazı taşra eliti alır. Onlar da kullandıkları araçlar, yaşadıkları siteler, kurdukları ilişkilerle yeni bir sosyete oluştururlar. Birincileri gibi evleri/villaları, toplumdan soyutlanmış lojmanları yoktur ama onlardan daha lüks akıllı siteleri, tatil köyleri ve gezi alanları vardır. Statü çatışmaları bu tür gerilimlerden doğar.
Gezi Parkı olgusu, böyle bir sosyal ve siyasal zeminin ürünüdür. Bu zeminin yeni aile ve kimliği de kendine özgüdür.
Gündüz anneyi işe, babayı işe, çocuğu kreşe gönderen; gece anneyi diziler, babayı futbol maçları, çocuğu internet ve oyunlarla baş başa bırakan modern yaşam, yeni bir aile yapısı ve yeni bir nesil ortaya çıkarmıştır.
Bu nesil evde anne/babanın, okulda müdür/öğretmenin, askerde üst/komutanın, iş yerinde patron/amirin azarını ya da dayağını yememiş bir nesildir. Bu nesil hem ailede hem de kamuda ataerkil düzenin, mahalle baskısının dışında bir alanda var olmuştur.
Yeni nesiller, ailenin, mahallenin, devletin değil daha çok internetin, kredi kartının, cep telefonunun, İpad’in, twitter’in, Facebook’un çocuklarıdır. Bu nesil modern hayatın göstergesi haline gelen çalış-harca-borçlan döngüsü içinde yaşamaktadır. Maddiyat eksenli yaşarken, maddiyat karşıtı değerlere daha sadık bir görüntü vermektedir.
Bu nesil, ruhsuz kitlenin, kalpsiz teknolojinin neşesiz, açgözlü, dayatıcı ve ego çılgını düzeninden yeteri kadar nasibini almıştır.
Kısmen toplumun, daha çok da teknolojinin ve çevrenin etkisinde olan yeni bir nesille karşı karşıya kalındığını herkesin görmesi gerekir. Bu nesil azarlanmak, aşağılanmak, yok sayılmak, küçük görülmek ve güdülmek istemiyor; saygı, fikirlerine itibar ve özgürlük istiyorlar. Kendilerini doğrudan ilgilendiren kararlara iştirak, adam yerine konulmak ve yönetime katılmak istiyorlar.
Gezi Parkı direnişi, modern hayatın ürettiği neslin memnuniyetsizliğinin bir dokunuşla açığa çıkmış halidir. Yargılanmaya değil algılanmaya ihtiyacı var!