Yargı-hükümet gerilimi ve Ankara'nın taşradan görünüşü
Geçen hafta sonu oldukça yoğun geçti. Önce Kanal-B’de, değerli bilim adamı Prof. Dr. Hasan Ünal beyin hazırlayıp sunduğu Cumartesi Tartışmaları programına katıldık. Stüdyoda Yargıtay 8. Daire Onursal Başkanı Naci Ünver, telefonda Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan Özkaya ve Yarsav Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu vardı.
Konu; ülke gündemindeki Yargıtay-Hükümet gerilimi ile AB’nin “denetleme” bahanesiyle ülkemizi aşağılayan ve içişlerimize karışan tutumuydu.
Konuşmacılar; Yargıtay Başkanlar Kurulu bildirisiyle, siyaset yapılmadığı, yargıyı ilgilendiren konularda görüş açıklandığını, esasen adalet yılının açılısı dolayısıyla her yıl Yargıtay Başkanlarının bu tür konuşmalar yaptığını belitti.
Programın sonunda ortaya çıkan görüş şöyleydi:
AKP iktidarı, devletin yapısına ve kuvvetler ayrılığına saygılı olarak milletin; iş-aş-eğitim-sağlık-adalet-güvenlik, egemenlik ve vatan bütünlüğü gibi önemli ve acil meseleleriyle uğraşma yerine, adeta devletle uğraşıyor. Bir nevi, demokratik hukuk devletinden parti devletine geçiş zorlanıyor. Siyasi iktidarla kurumlar birbirinin rakibiymiş gibi bir çatışma ortamı yaratılıyor. Bilhassa Yargı ve TSK gibi kurumların özellikleri dolayısıyla, bunlara karşı daha hassas olunması gerekirken, tam tersine bir tutum ve üslupla ağır suçlamalar yapılabiliyor. Nitekim yargıya intikal eden “soykırım” iftiraları başta diğer nazik konularda, iktidar yetkililerinin, süreklilik kazanan söylemlerinde bu anlayış açıkça sergileniyor.
İşte bu süreçte, devletin beyni sayılan üst kurumların bütünlüğü ve karar alma geleneği zedelenmeye başladı. Devlet hayatında görmeye alışmadığımız kutuplaşma, gerginlik ve çatışma hali kamuoyunu derinden endişelendiriyor.
Bu tespitler sonunda; Yargıtay bildirisi bu zincirin son halkası olarak görülmeli ve bu yolda yapılan her türlü iyi niyetli uyarılar dikkate alınmalı. Milletimizin birliği, hukukun üstünlüğü, demokratik hoşgörü ve uzlaşma anlayışı içinde ülkemizin toparlanması görevinin öncelikle hükümete düştüğü kabul edilmeli. Bu önemli ve acil milli görev için her kurumumuz, siyasi partilerimiz ve diğer sorumlular seferber olmalı. Çünkü eskilerin dediği gibi, “iyi günlerde değiliz.” tavsiyesi yapıldı.
Konuşmacılar, Türkiye’nin AB üyesi olamayacağına 17 Aralık 2004 Zirvesinde karar verildiği halde, iki tarafın da sanki üyelik süreci devam ediyormuş gibi davrandığını vurguladı. Bu sahte görüntüyü AB, Türkiye’den koparacağı, adına “reform” dediği, aslında “deform” olan Kıbrıs başta iri tavizler; AKP ise, kendi iktidarına ve özel iddialarına destek uğruna sürdürüyor. AB’nin yetkisi sadece izleme ( denetleme bile değil) iken, iktidarın derin zaafını yakalamış, sömürgeci edasıyla ülkemizi devamlı aşağılıyor, fütursuzca içişlerimize karışıyor. Bunu geçerli bir yol olarak görüyor.
Isparta-Burdur-Antalya
Bu aşağılık oyun, ülkemizi temsil edenlerin boyun eğmeden, milletimize yakışır bir vakar içinde olmalarıyla hemen bozulur. O zaman, Türkiye saygı duyulan bir ülke olur.
Cumartesi bu programdan hemen sonra, Türk Ocağı Şubelerinin düzenlediği konferanslar için Isparta, Burdur ve Antalya’ya gittim. Üç ilimizde de ülke meselelerini yakından takip eden bilgili, heyecanlı ve çok canlı dinleyicilere hitap ettim. Özellikle arkası kesilmeyen çok ciddi sorular dikkatimi çekti. İnsanlarımız ülkenin gidişinden son derece endişeliler, dikkatlerini Ankara’dan gelecek müjdeli haberlere çevirmişler.
Isparta Türk Ocağı Başkanı Opr. Dr. Levent Başyiğit’e, Burdur Türk Ocağı Başkanı Dr. İrfan Akay’a, Antalya Türk Ocağı Başkanı emekli öğretmen Addullah Uysal’a ve Yönetim Kurulları üyelerine, gayretleri ve ilgileri için candan teşekkürlerimi sunarım. Türkiye’mizin zor günlere sürüklendiği şuur ve sorumluluğu içinde yılmadan ve her türlü fedakârlığı yaparak bölgelerini aydınlatıyorlar. Aynen Milli Mücadelede olduğu gibi.
Allah yardımcımız olsun.
* Şahadetinin 27. yılında, büyük dava adamı, hayırlı insan Gün Sazak beye Allah’tan rahmet diliyorum. Kaçakçıların taşeronu Dev-Sol militanı katilleri kınıyorum.