Röportaj: Mayis Alizade
Dünyaca ünlü dilbilimci Prof. Dr. Kamil Veli ile yaşamı ve Türkçe üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Prof. Dr. Kamil Veli’nin Yeniçağ’ın sorularına yanıtları şöyle:
18 Ağustos 1946’da Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinin Cebrail İli’nde doğdu.1965-1970 yılları arasında Bakü Devlet Üniversitesi Filoloji fakültesinde okudu. Mezun olduğu yıl doktora öğrenciliğine başladı, asistan oldu. 1981 yılında Üniversitede bölüm başkanlığına seçildi. 1988 yılında Prof. Dr. titrini kazandı. 1990’ların ortalarından sonra Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde Türkoloji ve Dil tarihi dersleri verdi, ellinin üzerindeki Yüksek Lisans, yirminin üzerindeki doktora tezine danışmanlık yaptı. Prof. Dr. Kamil Veli’nin farklı dillerde yayımlanmış 40’ın üzerinde kitabı, 300’ün üzerinde bilimsel makalesi vardır. Kamil Veli, İstanbul’da yaşıyor.
Yeniçağ: 1988 yılında ilk kez Türkiye’ye gelip döndükten sonra kaleme aldığınız ‘1 ay 3 gün Türkiye’de’ başlıklı yazınız sadece Azerbaycan’da değil SSCB sath-ı mailinde ilgi görmüştü. 1996 yılında Türk Dil Kurumu üyeliğine seçildiniz. Azerbaycan ile Türkiye’nin akademik ortamını değerlendirirken neler söylemek isterdiniz?
Kamil Veli: Türkiye diye bir ülkenin varlığını 1950’lerin sonlarına doğru amcamdan duymuştum. Ufak el radyosundan her gün haberler ve müzik dinlerken “Bu dil nerede konuşuluyor, dinlediğin yer neresi?” diye sormuş,amcam “Türkiye, biz de Türküz” demişti. Radyodan dinlediğim dilin Aras Nehri kıyısında konuştuğumuz lehçeye yakınlığı beni çok etkilemişti. Üniversite yıllarımda Türkçe edebiyatın yanısıra araştırma kitaplarını da elimden düşürmedim. Yani Türkoloji alanına yönelmem benim genimden geliyor diyebilirim. Karabağ bölgesi Cebrail ilinin en deneyimli muhasebecisi olan amcam sık sık Atatürk’ün ismini telaffuz ederken gözümün önünde bir efsane canlanıyordu. Rahmetli annem daha ortaokuldayken “Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa” şarkısına oynadığını, daha sonra şarkının sözlerini yasaklamalarına rağmen müziğine dokunmadıklarını söylemişti. Üniversitedeki tarih hocam Ebülfez Elçibey derdi ki, Atatürk’ü okumazsanız dünyayı, Mehmet Akif’i okumazsanız edebiyatı idrak edemezsiniz. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne 100 yıl sonra büyük coşkuyla sahip çıkılması beni inanılmaz mutlu ediyor. Mustafa Kemal Paşa topluma akılla düşünmeyi tavsiye ederek Türkçeyi yabancı kelimelerden arındırmış ve güçlendirmiştir. Üyesi olmaktan onur duyduğum Türk Dil Kurumu ve aynı zamanda Türk Tarih Kurumu da Atatürk’ün uzak görüşlülüğünün eserleridir. Günümüzde bu kurumların zayıflatılması beni de üzüyor. Halbuki bu kurumların güçlü olması Türk dünyası için de çok önemlidir.
Yeniçağ: Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nun isimlerini telaffuz ettiniz. Mustafa Kemal Atatürk’ün bir özelliği de sofra arkasında aydınlarla, yazarlarla devrimler üzerine kapsamlı istişarelerde bulunmasıdır. Kendisi sofrasına davet ettiği kalem sahiplerine hiçbir zaman yukardan bakmamıştır. Bu durumu günümüz Azerbaycan’ı ve adına ‘Türk dünyası’ denilen diğer bölgelerle kıyasladığımızda korkunç farklar görüyoruz. Yaratıcı insanların adeta köle haline getirildiği o coğrafyalarda edebiyat ve bilim adeta öldürülmüştür. Azerbaycan’da iktidarın kölesi olmayan yazarlar ve bilim insanlarını kitaplarını kendi paralarıyla bastırıyorlar. Neler söylemek isterdiniz?
Kamil Veli: Azerbaycan’da normal mantıkla idrak edilemeyecek bir kaos söz konusudur. Hep bir yapboz durumu vardır. Bilim-araştırma kurumları Eğitim Bakanlığı’na verilmişti. Onların kaderinden haberi olan var mı? Bence hayır. Bunu değil Bilimler Akademisi yönetimi, devlet başkanının kendisi de bilmiyor. Eşyanın tabiatına aykırı bir durum oluşturulmuştur. Bir yandan Bilimler Akademisi deniyor, öte yandan adına ‘Akademi’ denen o yerde laboratuvarlar yoktur, edebiyat, tarih, sanat, yazmalar alanında çalışmalar yapılıyor. Veya Yazarlar Birliği Sovyet döneminde olduğu gibi devletten finanse ediliyor. STK olması gereken Yazarlar Birliği Kültür Bakanlığı’nın bir dairesi olarak parayı devletten alıyorsa, orada hangi özgür edebiyat söz konusu olabilir? Sovyetlerin kalıntıları olan bu kurumların tamamen feshedilmesi gerekirken devletten finanse edilmesi Azerbaycan’da özgür sözün ayaklarına vurulmuş prangadır. Azerbaycan bağımsız bir devletse, neden bu işler dünya standartlarında yapılmıyor acaba? Bakü’den gelmiş Bilimler Akademisi yöneticilerinden birine “Orada bilim insanı yok mudur, 80 yaşındaki birini Akdemiye başkan atamışlar?" diye sorduğumda, “80 değil, 79 yaşındadır” şeklinde cevap almıştım. Bence Azerbaycan’da edebiyatın ve bilimin durumunu görmek bakımından bundan daha çarpıcı bir örnek olamaz. Böyle bir kaosun içinde Azerbaycan kendi yönünü tamamen kaybetmiştir. Yetenekli yaratıcı gençlerin çoğunu bıkkınlık sarmıştır, bilim alanına yönelen gençlerin %95’ini kadınlar oluşturuyor. Böyle bir ortamdan özgür düşünce çıkmasını beklemek abesle iştigaldir. Bu bakımdan Azerbaycan’ın ümidi Allah’a kalmıştır. Böyle bir ortamdan yeni bir Bahtiyar Vahapzade, yeni bir Halil Rıza Ulutürk, yeni bir Hudu Memmedov’un çıkması imkansızdır.
Yeniçağ: Ziyalı tepkisinin olmadığı ortamlarda millî duygu ve düşünceler de söz konusu olamaz...
Kamil Veli: Bugün Karabağ bölgemizde ‘Barış gücü altında bulunan Rus ordusu gelecekle ilgili belirli planlar yapıyor ve aydınlar, kalem sahipleri buna karşı ses çıkarmıyorlar. Kendi topraklarında yabancı asker postalına karşı ses çıkarmayan aydın, yazar sadece midesini düşünüyor. Oysa söz konusu olan millî bir trajediye eşdeğer bir durumdur. Bu vurdumduymazlığın bedelini çok ağır ödeyeceğimiz açıktır. SSCB döneminin 1937 yılı Azerbaycan’ın millî aydınlarını imha etmiştir, şimdi aşağı yukarı aynı kıyımla karşı karşıyayız. Fakat o kıyımın büyük ölçüde suçlusu kendi isim-soyisimlerimizi taşıyan ‘Mide aydınları’dır. Söylemeye söz bulamıyorum bazen. Tarih kendi sayfalarına her şeyi olduğu gibi not ediyor.
Yeniçağ: Azerbaycan’da devlet başkanı kendine bağladığı yazarlara ev ve para veriyor. Türkiye’nin özgür kalmasının esas sebeplerinden biri bu tür şeylerin asla olmamasıdır.
Kamil Veli: Azerbaycan’da oluşturulmuş kölelik sisteminin esas müsebbibi şairler, yazarlar, ressamlar, tiyatro ve sinema oyuncuları, bestecilerdir. Herkes devlet başkanına daha fazla yağ çekip birşeyler kapmaya çalışıyor. Gazetecilik ise daha berbat durumdadır. Bu manzara 1861 yılına kadar Rusya’da mevcut olmuş resmî kölelik sisteminin aynısıdır. Oysa yaratıcı insanların devlete en büyük hizmeti doğruları yazmaktır. Düşünebiliyor musunuz, bir petrol ülkesinde kişi başına düşen resmî millî gelirin miktarı belli değil. Oysa kitaba para verecek kesim dünyanın her yerinde aynıdır ve devleti yönetenler ülkenin geleceğini düşünüyorsa, millî gelirden o kesime mümkün mertebe çok para ayırmaları gerekir. Bunu yapmazlarsa çok derin bir uçuruma yuvarlanmaktan Azerbaycan’ı kimse kurtaramayacak. Tüm bunları iç acısıyla ifade ediyorum. Yaratıcı insanları ve basını özgür olmayan bir ülke geleceğini beri baştan kaybetmiştir.