Yâr sesi ve Anna Masala'nın Türkiye'ye aşk mektupları
Yâr sesinin dalga boyu... Yalnızca seven merak eder bunu, ölçer zihninde, gönlünde... Yalnızca dalga boyunu da değil ha, dalgalanma, dalga geçme boyunu da... Bu sonuncular daha da önemlidir seven için.
Ve yâr sesinin hızı... Saniyede 340 metre yol almaz o, bağışıktır bu fizik kuralından; yerine, duruma, aşkın şiddetine göre hızı azalır ya da çoğalır. Naz durumlarında ise notalanır, edâlanır, hızı ölçülemez olur.
Yâr sesinin etki ve çekim alanı... Etki alanını, sizin sevginizin şiddeti çizer, uzaklardan da duysanız içine düşersiniz. Çekim alanı ise onun çekiciliğiyle, iç gıcıklayıcılığıyla doğru orantılıdır...
Nefesinin öncüsü sayılır yâr sesi...
Yatıştırıcıdır yâr sesi kimi zaman, kimi zaman kışkırtıcı... Ovalayıcı da olur, kovalayıcı da... Ve her zaman derinlere nüfuz edici...
En çok anlam yüklenen sestir kuşkusuz.
Telefonda yâr sesi, daha bir buğulu, büyülü mü olur ne, doğallıktan çıkmak da yakışır...
Şarkı diyen, türkü diyen, şiir diyen yâr sesi... Açılır sonuna dek belleğin, anı yığar söz yığar, ezgilerle, imgelerle süslenir. Müziği biz "Titreşimlerin sevişmesi" olarak tanımlamışız. O titreşimde yâr sesinin yerini ve önemini anlatmama gerek var mı?
Ve işte sözün tam burasında o Şavşat türküsü yad'a düşer:
"Kurban olam Şavşat'a da/İçinde yâr sesi var"
Yâr sesi olmazsa içinde, mekân ne ki?
Yeri gelir sorucumdur yâr sesi, yeri gelir vurucum ve hiç yeri yokken kurucum...
Ve hıçkırınca yar sesi... Dayanılmaz olur içteni, sahtesi çekilmez olur ve ama her ikisi de yıkıcı deprem...
Gülünce mi? Kıvrak çalımlar atan bir futbolcu gibidir, alır götürür, alsın hep götürsün istersiniz, kimse çelmelemesin...
Yâr sesi gözle birlikte en büyük bileşenlerinden biridir aşkın...
Anna Masala'nın Türkiye'ye aşk mektupları
İtalyan Türkolog Prof. Dr. Anna Masala... Teey Üniversite öğrenciliği yıllarımdan bilirim onu, Atatürk Üniversitesi'nde bir konferans vermişti. Türkiye'ye, Türkçe'ye, Türklüğe âşık bir bilim insanı idi. O'nun "Türkiye'ye Aşk Mektuplarım"(Kültür Bakanlığı Yayını) adlı kitabından bir bölüm, aşkının ve mektuplarının öyküsünü ve özünü göstermektedir:
"Akşama doğru Porsuk nehri kenarında dolaşmak veya lületaşı işçilerini seyretmek hoşuma giderdi. Lületaşından büyük sultanların veya bilinmeyen kişilerin figürlerinin oluşmasını görmek olağanüstü bir duygudur.
Orada özellikle insanlarla konuşmak hoşuma giderdi. Bir kere, şimdi belki de evli çocuklu, belki mimar olmuş bir çocuk tanımıştım. O zaman altı yaşlarındaydı ve 'büyüyünce ne olmak istiyorsun?' sorusuna 'Yunus Emre olmak istiyorum' cevabını vermişti. Ben de adını küçük Yunus koymuştum. Bence Eskişehir'in bütün çocukları biraz Yunus'tur, hepsi biraz Türkmen'dir. Eğer Türkmen değilse çoğu Tatar'dır. Eskişehir'de çok Tatar var. Ben bir Tatar evinde yemek yedim ve bir kere, Hıdırellez gecesiydi, ben de sevdiğim kişinin adıyla bir kâğıdı Tatar geleneğince Porsuk çayına attım. Kâğıda yazdığım isim Türkiye idi. O sevgiyi her zaman içimde buldum. Tatarlar haklıydı, 5 Mayıs akşamı Hz. Hızır bereket getirerek dolaşıyordu ve Eskişehir'in çevresindeki küçük evler onun yolunu aydınlatmak için ışıkları yanık uyuyordu. O akşam ben de bereketimi almıştım."
Işıklar içinde yatsın, Anna anasıdır o Anadolu'muzun hiç kuşkusuz...