Yandaş basın, bunu da yazın: O "ulaklar"ı İmralı'ya kim göndermişti?
Tıpkı iktidar mensuplarının konuşmalarını dinlerken olduğu gibi kayıtsız şartsız iktidar yanlısı yayın organlarını okurken de, kalkıp bir aynaya koşasım geliyor,
"Yukarılardan" bakılınca ahmağa mı benziyoruz acaba?
Bön bön mü duruyoruz?
***
Mehmet Acet, Yeni Şafak'ta dün yayımlanan yazısında aslen çok da kıymetli sayılmayacak bir bilgi paylaştı. Keza, çözüm süreci esnasında Öcalan'ın, PKK terör örgütünü İmralı'dan yönetmeyi sürdürdüğü, "şok" yahut "flaş" bir haberden ziyade "malumun ilanı" kategorisinde.
Madem "kıymetsiz" niye köşeni bununla işgal ediyorsun diyebilirsiniz. Şu sebepten:
Acet diyor ki; "PKK'nın Suriye uzantısı YPG'nin tam da Öcalan'ın 2014 baharında işaret ettiği miktarda militan sayısına ulaşmasını nasıl okumalı, nasıl anlamlandırmalıyız? Bu acaba nasıl olmuştu?
Olan şey, 2014 şartlarında Öcalan'ın kendi kendine böyle bir potansiyeli keşfedip örgüte hedef göstermesinden ziyade, kulağına fısıldanan bir 'vaadi' kendi talimatı haline dönüştürüp sahaya ulaklar aracılığıyla ulaştırmasıydı.
... ABD, PKK'yı çözüm sürecinden uzaklaştırıp kendi yörüngesine sokmak için daha yolun başında ileri vaatlerde bulunmuştu. Bu vaatlerden biri de Suriye'de 60 bin kişilik bir PKK ordusunun oluşturulmasıydı. Bu vaat, daha yolun başında Öcalan'a ulaştırılmış, Öcalan da bunu satın aldıktan sonra sanki kendisi böyle bir fikir geliştirmiş gibi sahaya haber yollamıştı..."
***
Bir husus es geçiliyor yazıda.
Bütün bunlar olup biterken, yani haberler alınır, haberler salınırken, Öcalan denen bu cani, ağırlaştırılmış müebbet mahkûmu.
İmralı denilen de evi değil, yazlığı değil, "resmi ziyaretçileri(!)"ni ağırladığı çalışma ofisi değil; cezaevi.
Yasalarımıza göre, ağırlaştırılmış müebbet mahkûmlarını ancak eşleri, çocukları, anneleri, babaları, torunları-onların çocukları, büyükanne-büyükbabaları-onların anne-babaları, kardeşleri ve vasileri dışında kimse ziyaret edemez! Bunlardan da sadece anne, baba, eş ve çocuklar, o da, cezaevi müdürünün belirlediği gün-saatte ve ancak 10 dakika olmak üzere "açık görüş"te bulunabilir!
Bir:
Bu koşullarda, nasıl oluyor da ABD, yani başka bir devlet, Türk devletin bilgisi olmadan nefes dahi almasının mümkün olmaması gereken bir mahkûma ulaşıp, Türk devleti için tehdide yol açabilecek vaatlerini iletebiliyor?
İki:
Bu koşullarda, nasıl oluyor da Öcalan, bu vaatlerden cesaretle, bulunduğu cezaevinden terör örgütüne talimat ulaştırabiliyor?
Adadan güvercin uçurmuyor yahut Mudanya sahiline posta şişesi yollamıyor zahir!
Cevap Acet'in de yazdığı gibi:
"Ulaklarla."
Peki kim bu ulaklar?
Öcalan'ın olağan hallerde görüşebilecekleri aile üyeleriyle sınırlı olduğuna göre onlardan biri mi yoksa olağanüstü şekilde ziyaretine giden, hatta pişkin bir şekilde bebek katiline Mısır Çarşısı'ndan fındık, badem taşıyan eski-yeni "milletvekilleri(!)" mi?
Yahut -mevzu açılım sürecinde olduğuna göre- "terörle müzakereciler" mi?
Öyleyse...
Bir:
Bu "ulakları" İmralı'ya kim gönderdi? Bu görüşmelere kim izin verdi?
İki:
Aldığı nefesin dahi izlenmesi gereken bir mahkûm bu görüşmeleri "kayıt dışı" mı yaptı? En kıytırık suçtan cezaevinde tutulan mahkûmun mektubu bile "görülmüştür" diye damgalanırken; bu talimat alma-verme görüşmeleri dinlenmedi mi? İzlenmedi mi? Dinlenip-izlendiyse o talimatların "terör örgütüne ulaşması" niçin engellenmedi?
Dönemin iktidarı ile bugünün iktidarı aynı olduğuna göre kimden soracağız bu -en iyi niyetle- ihmalin hesabını?
***
Ve elbette...
Şimdi, PKK'nın çözüm sürecinde nasıl büyüdüğünü adeta korku filmi senaryosu tadında yazan sevgili meslektaşlar; niçin sorgulamıyor, kurcalamıyor madalyonun bu tarafını?
Öğrenmekten korktukları şeyler mi var?
Yoksa zaten biliyorlar mı; ondan mı karartmaları?
***
"Sözde para"mızı almayın o zaman!
----------
Ne demek "sözde adalet yürüyüşü"?
CHP Genel Başkanı, yürüyor-muş gibi yapıp da aslında uçuyor mu mesela?
Yürümüyor da klonlanıyor mu kilometre başına?
İşin makarası bir yana; TRT hangi hakla, kim adına ve neye dayanarak böyle bir hüküm verebiliyor milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının iradesi hakkında?
Partizanlığın daniskasında ısrarlıysa, AKP'liler dışında kimsenin ödediği faturadan TRT'ye pay kesilmesin bundan sonra!
Öyle ya yürüyüşü sözde ise, adalet talebi sözde ise, parası da sözde olmalı bu insanların; niye göz dikiyorsunuz ki sözde paraya!