Yalnızlaşan AKP
Bazı okurlarım, siyaset yazıp, kötümser tablolar çizdiğimden şikâyetçi. Ülkede, hiç mi hiç, iyi şeyler olmuyor diye sormuşlar. Olmaz mı? Bakın, bugün size, Türkiye içinden, bana göre iyi gelişmeleri yazacağım. İyi mi kötü mü, siz karar verin.
Yaz tatilini bizimle geçiren, büyük oğlumun çocukları, yani torunlarım, ABD’ye dönüyordu. Aldım İstanbul’a götürdüm, teslim edip döndüm. İstanbul, eski İstanbul olmadığı için, inanın şehre bir gün bile tahammül zor, gece otobüsle dönüş için bilet aldım. Bir arkadaşımın ağır hasta olan ailesini ziyaretten dönerken de metroyla Taksim Meydanı’na çıktım. Amacım gelenek haline getirdiğim tavukgöğsü yemekti.
Şaşırdım. İnanın çok şaşırdım. Taksim Meydanı, Özal’ın Tarabya Oteli’ni Araplara vermesindeki durum gibi. Meydan, peşine tavuk sürüsüyle gezen horoz misali eşlerini takmış Araplarla doluydu. Atatürk heykeline bakıp, önünde “bak bizimkiler de senin yaptıklarını yıkıyor” dercesine resim çektiriyorlardı. Oradaki taksi şoförüne sordum, tur falan mı geldi diye. Adam, “Yok abi, artık buralar bunların” dedi. Merakım her tarafı kapalı, yalnız gözleri görünen kadınları, resimlerde nasıl ayırt ettikleri.
Duramadım yürüdüm, Fransız Konsolosluğundan Galatasaray’a inerken, Arap nüfus, çeşitlendi ve arttı. Taksim’den ayrıldım.
Akşam, yapış yapış İstanbul sıcağından kurtulmak için, deniz kıyısına indim. Kız Kulesi’nin karşısında bir köfteci açılmış. Canım köfte istemiyordu ama gece yola çıkacaktım, bir şeyler yemem lazım diye düşünüp girdim. Bir çorba ile kaşarlı köfte ısmarladım. Çorba eh, ama köfte benim ısmarladığım değildi. Garsonu çağırdım, “Ben sade değil kaşarlı köfte istemiştim” dedim. O da “İşte bu kaşarlı” dedi. Ben de “Bunda peynirin P’si bile yok” deyince “Herkes şikâyetçi ama bizi kimse dinlemiyor” diye yanıtladı ve hesabı alırken de olmayan kaşarın parasını tahsil etti.
Oradan, sahil yolundan Harem otogara, sonra da Kozyatağı’ndaki otobüs terminaline gittim. Meğer asker sevkiyat günüymüş, her yer kalabalık, trafik tıkalıydı. Otobüse bineceğimiz Kozyatağı’nda, arabaların park ettiği yer, gençler ve davul zurna doluydu. Ara sıra kalabalığın ortasından, altı okka yapılarak havaya atılan, askere gidecek gençler gördüm. Sefere çıkacak otobüslerin halk içinde insanları ezmeden nasıl manevra yaptıklarını merak etmişimdir. Bu kez kalabalık dört katıydı.
Şimdi anlatacaklarım, Tayyip Bey’in hoşuna gitmeyecek. Gençlerin sırtına, pelerin gibi bağladıkları Türk bayrakları vardı. Atılan sloganlar da, “Apo’nun piçleri korkutamaz bizleri” . “Vatan sana canım feda” Analar; gözleri yaşlı, gürültü içinde, kuzucuklarının katil kurşuna kayıp gitmemesi için dua ediyordu. Tabii bu keşmekeş otobüs kalkış saatlerine tesir etti. Bizimki de iki saat rötarla hareket etti. Kimse, ama kimse şikâyetçi değildi. Köşeye sıkışmış bir grup turist, hayretle seyrediyordu. Hem askeri horlayan adamı iktidar yapacaksın, hem de askere övgü yazacaksın. Ne garip bir çelişki. Apo’yu cezaevinden çıkarmaya hazırlanan ve PKK ile pazarlık masasındaki AKP için iyi haber değil bence.
Son haberim Fatih Altaylı üzerine. Ege’de eşinin ailesine ait bir yazlık evi bulunan Altaylı, akşam bara gitmiş. Sessizce içkisini yudumlarken kimse yanına gelmemiş, selam da vermemiş. Derken, bara ellerinde dondurmalarla gelen 20 kadar genç Fatih’in karşısına geçip, satılık medya istemiyoruz diye slogan atıp imalı şekilde dondurma yalamışlar. Ne ima ettikleri açık. Benzeri olaylar diskoda ve plajda da olmuş. Ben görmedim, anlattılar. Fatih bir süre sessiz oturduktan sonra kalkıp gitmiş.
Ne hikmetse, aynı durum, aynı yerde evi olan AKP’li bir hariciyecinin de başında. Önceden kendisine selam verenler o geçerken artık kafalarını çeviriyorlarmış. Artık bırakın AKP’li siyasetçilerin yalnız ve halk arasında gezmekten çekinmelerini, şimdi yalakaları ve onlara hizmet edenler de halk arasına çıkamıyor demek ki. Nasıl güzel haber değil mi anlattıklarım?