Yalnız ve sahipsiz ülkem! Ne seçenin umurunda ne seçilenin...

Okuyucu hiç memnun değil şu ara...

Şehit veriyoruz, her gün bir/birçok ananın kucağı boşalıyor, en hâkim olduğumuz dua Fatiha'dan sonra sela!
İsyan ediyor kalem; terörü yazmak istiyor, iş birlikçilerini; ihanetlerini bu toprağa... Dur diyecek halimiz yok ya...
Ay-yıldıza sarılı tabutları omuzlamaktan yorgun düşmüş halimizle, kim hangi paçavrayı örtmüş olursa olsun üstlerine, Türkiye Cumhuriyeti'nin, can güvenlikleri devletin sorumluluğunda olan 7'sinden 70'ine vatandaşlarının katlini yükleniyoruz bir de... Sayısı belli ama yeri yurdu meçhul canlı bombalar dolaşıyor hâlâ aramızda; patladı, patlayacak... Ama nerede, nasıl, ne zaman, bu sefer hangi "kitle"yi ayaklandırmak üzere?.. Her gün metroya bu kaygılarla binen; yerin bilmem kaç metre altında "ya buradaysa... kurtulur muyum" hesapları yapan, yollardan, yolculuklardan, toplantılardan; toplumdan korkan bir toplum düşünün...
Bu hastalığa şifa olmak istiyor kalem; reçete yazacak uzmanlıkta olmasa da bir an "oh" çektirebilmek için... Dur diyecek halimiz yok ya...
Pusular, tuzaklar, patlayıcılar, çatışmalardan kafamızı kaldırsak kumpas var burnumuzun ucunda; "asrın davası"nın temyizi devam ediyor Yargıtay'da. Ve burası, bu kadar olağanüstülükle yoğrulmuş bir ülke olmasa; bünye akıl sağlığını koruyabilmek için bağışıklık geliştirmiş olmasa en, ama en dayanılmaz facialar, felaketler, en sindirilmez rezaletlerden sonra bile ivedilikle "hayatını normalleştirmeye", "devlet"i oluşturan birçok taşı yerinden oynatırdı o salonda söylenen her bir cümle...
Kalem, çok değil 50 yıl sonra üzerine külliyatlar yayınlanacak, sempozyumlar düzenlenecek, üniversitelerde tez konusu olacak "bir devri" çağında, tanığı olarak yazmak istiyor, delil olsun diye tarih mahkemesine... Dur diyecek halimiz yok ya...
Hepsini geçtim kalem kendi tehdit altında; "nokta"yı koyduğu yerde "aç kapıyı polis" mi bekliyor onu, kelepçe mi, sansür mü, ambargo mu, işsizlik mi, açlık mı, yalnızlık mı sonunu bilmeden yazıyor. Bilir misiniz bunun nasıl yorucu, yıpratıcı olduğunu...
Kalem, kendini savunmak istiyor, kelimelerden kalkan örüyor. En iyi savunma taarruzdur diye geri adım atmadan ama şuurla, hukukla, adil bir mücadelenin namzedi olmaya çalışıyor; anlayana... Dur diyecek halimiz yok ya onurunu korumasına...
Ama okur mutsuz! Çünkü o da "tüketici toplumu"nu oluşturanların arasında. Bize göre çok önemli, çok hayati olan başlıklar "yine mi" kıymetinde ona göre... Sezonun modası diye "biraz da seçime eğilin" diyor bugünlerde!
****
Ankara'daki patlamadan bir gün sonra, "Ne görüyorsunuz?" diye sordum sosyal medyada;
- Ankara'ya bakınca ne görüyorsunuz?
"Kutuplaşmanın ne kadar belirgin olduğunu görüyorum; her düşünce karşıyı suçluyor..." diye cevap verdi Serbay Turan.
Bilal Aydın, "Kocaman koltuklarda oturan küçücük adamlar" gördüğünü söyledi.
Erhan Sandıkçı'nın baktığı yerden "faili meçhuller" manzaralı Ankara...
Selma Avgören, "çaresizliğin başkenti"ni görüyor... Köksal Kaleli'ye göre "şerefsizlerin sayısında artış var." Hasan Karsavuran, "Kaderini yenik bir saraya bağlayan iktidar ile ona kendi satmışları", Topay Çiçekdağı, "Karanlık tiplerle dolu bakanlıkları, kararmış vicdanı"...
Abdullah Eraslan, Cemal Süreya'yla verdi cevabı:
Ankara Ankara
Ey iyi kalpli üvey ana!
Bu mesajlara hâkim psikolojik iklime kulak kabartınca; "aslında" seçmen de hiç öyle yanıp tutuşmuyor ki seçim diye! "Sandığa gitmemeye dönük" ciddiye alınması ve tedbir üretilmesi gereken bir eğilim var. Gidenlerin büyük bölümü de görev savmak babında kullanacak gibi duruyor oyunu! Ki sahiden de vatandaşlık görevi. Dilerim bu hava dağılır ve "katılım oranı"nda Türkiye aleyhine bir değişim yaşanmaz. Dilerim "kerhen" de olsa herkes oyunu kullanır, kullanmakla da yetinmez sahiplenir...
Siyasetçilerle konuşuyoruz, anlaşılması imkânsız bir rahatlık... Bir razı olma hali; kazanmak istemiyorlar sanki "kaybetmesinler" yeter! Siyasilerin "Mevlam ne eylerse güzel eyler" kaderciliğine teslim olduğu yerde biz gazeteciler mi gaz vereceğiz seçmene?
İnanın çok eğilmek istiyorum ama, yapılıp yapılmayacağı, yapılsa iptal edilip edilmeyeceği bile belirsiz olan bir seçim için, seçilip sefasını süreceklerin bile (bizde iktidar milletine saçını süpürge edeceğin bir hizmet/cefa makamı değil malum) kılını kıpırdatmadığı yerde olmuyor, "soğuk aldıysam" demek Ankara'dan! Her yerim tutulmuş, eğilemiyorum!

Yazarın Diğer Yazıları