İskender dünyayı fethederken kendi öz vatanını unuttu, ben unutmayacağım
Atatürk ve Türk İnkılâbı, Millî Mücadele’nin başından itibaren yabancı yazarların dikkatini çekmiş, bu konuda birçok kitap yazılmıştır. Yabancı yazarlar, yaşarken olduğu gibi ölümünden sonra da Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ten hayranlık ve takdir duygularıyla söz etmişler, yazılarında eserinin değeri ve büyüklüğü karşısında düşünce ve duygularını dile getirmişlerdir. Bu yazı dizimizde Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi’nde yayımlanan Turhan Bayçu’nun araştırmasının ışığında, Atatürk ve Türk inkılâbı hakkında bir kısım yabancı yazarların görüş ve izlenimlerinden örnekler aktaracağız...
“Bu inkılâp, olağanüstü bir insanın, Mustafa Kemal Paşa’nın eseri olmuştur. Beş yıl, gösterdiği dostluk içinde çevresinde yaşadım; onu inceledim; bana bazen sakin, düşünceli, kararlı, bazen neş’eli, konuşkan, hayat dolu, arzularında tez canlı, tasarılarında itidalli görünüyordu.
...Mustafa Kemal, yeni Türkiye’yi tasarlayan beyin, aynı zamanda yaratan koldu. Bu sebepledir ki memleketinin kurucusu, kurtarıcısı, inkılâpçısı olmuştur.
Bu özelliklerini, efsaneler değişmeden tespit etmekte acele edelim. Ünlü insanlar gözlerini kapar kapamaz, şöhret onları ele geçirir. Kaderden kaçılmaz; Homer’in vatanı Orta Asya, destanların esinleyicisi değil midir? O, İskender’in dünyaya gelmiş olduğu aynı yörelerde, 1881’de Selanik’te doğmuştur. Bu rastlantıyı ona ima ettiğimde: ” Mukayese burada biter “ dedi, ” İskender dünyayı fethetti, ben fethetmedim. O, dünyayı fethederken kendi öz vatanını unuttu, ben vatanımı asla unutmayacağım...
“...Bükülmez enerjisi, geniş görüşleri ile bir Devlet yarattı. O, kuvvetini kendisine zaferler kazandıracak olan Anadolu’nun çorak toprağında buldu. ” Sabırla ülkeyi, daha sonra ulusu fethetmeye çalıştım, ulusun fethi diğerinden daha güçtü. ...Mustafa Kemal isteseydi hükümdar, diktatör, halife olabilirdi. Fakat büyüklüğüyle övünmek için onun gösterişli unvanlara ihtiyacı yoktu. Tasarladığı ve gerçekleştirdiği bir cumhuriyetin başkanı, bundan böyle kendisinin çizmiş olduğu yola, milletini uygarlaştırıcı göreve vakfedecektir. Onu, sade, tabiî; sivilleşmiş, silâhların gürültüsünü unutmuş ve sakin şöhretini tatmış olarak gördüm; çünkü şöhret dinlenmesini bilmektir. Hükümetim beni 1928 Temmuz ayında onun başkenti Ankara’ya elçi atadı.
..M. Venizelos’u, Mustafa Kemal ile son bir mülakattan çıkarken gözümde canlandırıyorum. İmzalamış olduğu anlaşmanın heyecanı içinde, altın gözlükleri altında parıldayan gözleri ile bakarak bana “O çok büyük bir insan. Bu kadar kapsamlı bir kafaya, devlet yönetimi hakkında böylesine bilgiye sahip bir generale rastlamadım” dedi.
...O zamandan beri Gazi Mustafa Kemal, Atatürk yani Türklerin babası olarak adlandırıldı; bu ismi, savaşlardaki başarıları, barışçı çalışmalara ve uygarlaştırıcı adımları ile hak etmişti...
..Kuşkusuz tahta çıkabilirdi; sağ duyusu ve akılcılığı onu bundan uzak tutmuş, milletin babası Atatürk olmayı tercih etmişti. Kasılmadan, övünmeden, şatafata kapılmadan düşünür niteliğini korumuş ve itibarı artmakta devam etmiştir. “ Charles de Chambrun (Traditions et Souvenirs, Paris, 1952, p. 59, 73-74, 77. 116, 133, 151, 152).
(Devam edecek)