Ya itaat et, ya terk et!
Akıl tutulması böyle olur işte... Önceki dönemde farklı hayat tarzı olanlara, meselâ başörtüsü takmak isteyen üniversite öğrencilerine İran’ın, Arabistan’ın yolu gösterilirdi aşağılar biçimde... Şimdiki egemenler ve onların paydaşları ise itirazı olanlara “Ya eşek gibi sessiz yaşayacaksınız, ya da defolup gideceksiniz” diyebiliyorlar... Fark ne? Kim sorgulayacak?
Bu ‘hayvanî dil’ daha önce de kendisini göstermişti... “Biz gelmeden önce aç fareler gibiydiniz” serzenişi, ‘kuzu kuzu itaat’in gerekçesi olmalıydı!.. ‘Kutup ayısı’ devlet katına çıkma şerefine bu dönemde nail olmuştu!.. Yine art niyetli kedilerin seçim akşamları trafo basma nöbetine tutulmaları bu dönemin karakteristik özelliklerindendir... Bir de ‘dinleme’için telekomünikasyon işine giren böcekler var tabii... Derelerde bulduğu üç yeni sazan türüne ‘devletlû’isimleri konduran akademik dünyamızın gururlarını da ıskalamayalım...
Madem ki, söz hayvanlardan açıldı, ‘yağcı sendikacı’ kontenjanından seçilen bir ‘âkîl’in tabiriyle, açılım sürecini bazı insanlar anlamazken, tebessümle karşılık veren, açılımı anlayan ve takdir eden sığırları es geçmek olmaz!.. Ayrıca televizyon yayıncılığının boğazının düğümlendiği o kahrolası yerde bütün sevimlilikleriyle arz-ı endam eden penguenlerin misyonu da unutulmaz...
Raki’nin kondurduğu ’kunduzî’markasıyla bir araya gelip, milletin neresine, yani hangi cebine koyulmasına karar vericilere itiraz etmeyenlerin payına ‘rızaya dayalı angusluk’, itirazı olanların payına da ‘sessiz eşeklik’ düşer!..Yani bu kadar açık ve şeffaf bir sistemden söz ediyoruz...
‘Sessiz eşek’ taklidi yaparak yaşayabilir miyiz bilinmez ama bizim Tuncer’in ‘tuvalet eğitimli kirpi’si gibi yaşayan ve bütün meslekî kariyerini kapı kulluğuna adamış gazeteci tayfasına gıpta etmekten geri duramıyor insan!.. Rollerini o kadar abartıyorlar ki, sanki ‘sahibinin sesi’ değil, ‘sesin gerçek sahibi’ gibi kükrüyorlar... Kulaklarına üflenen suflelerle kamuoyu yönlendiriyorlar... Ama maşallahları var, bazı hemcinslerinin aksine yüz elli-iki yüz kelime kapasitesine ulaşabiliyor, ‘Ben sizin sözünüzü kesmedim ama’ ve ‘Yetmiş milyon bizi izliyor’dan hariç, öznesi yüklemi yerinde yirmi civarında farklı cümle kurabiliyorlar... Repertuarındaki kırk türkü aynı olsa da, kırkbirinciyi bir türlü besteleyemese de, ne yapalım, ayı bizim ayımız....
Hayvan kelimesi Arapçadır ve en kestirme anlamı da ‘canlı’dır... O yüzden ‘hayvanlar âlemi’ tasvirinden kimsenin aşağılanma çıkarmasına, alınmasına gerek yok... Hikmetinden sual olunmaz Cenab-ı Allah ibret için tür tür yaratmış... İnsan taklidi yapan hayvanlar ve hayvan taklidi yapan insanlar bizim ülkemizin klasik bir gerçeği... ‘Depremle yaşamaya alışmak’ gibi bu gerçekle yaşamaya alışmak gibi mecburiyetimiz var galiba...
Nasıl ki, birine kırk kere deli dediğinizde deli oluyorsa, tecrübeyle ispatlanmıştır, etek giyerek final yapan pörsümüş bir ‘artiz’e kırk kere ‘âkîl’ dediğinizde kendisini gerçekten ‘âkîl’ zannedip, büyük büyük laflar etmeye çalışabiliyor... Türk’ün olmadığına hükmedebiliyor, ‘halkların kardeşliği’ şeklinde iki kelimeden ibaret tekerlemeyle her şeyi çözdüğünü düşünebiliyor...
Şimdi bize bol bol su samuru lâzım, utanma duygusunu kaybedenlere deri nakli için... Çatlayan ar damarları için hangi hayvandan ‘by-pass’a uygun damar bulunacak, bu konuda araştırmalar sürüyor... Dün “Haydi başka kapıya, haydi Arabistan”a diye kovalanan başörtülülerin, bugün üniversite ‘faşing’lerinde omuzlara alınmasına, belediye şölenlerinde ve televizyon ekranlarında raksetmelerine, ‘tesettür’ gibi dince çok önemli bir kuralın ‘lümpen muhafazakâr kültür’ elinde ayağa düşürülmesine izah getirecek mürekkep balıkları da aranmaktadır elbette!..
Bizde siyaset ve zooloji ilişkisi belgesel tadında çok heyecanlı ve sürükleyici bir hâl aldı... Bakalım insanı ‘eşref-i mahlûkat’ ilân eden anlayışın bezirgânları eşeklerden, farelerden, kedilerden ve sığırlardan sonra hangi hayvanlar eşliğinde ‘dil’ üretecekler?