Ya İstiklal Mahkemeleri Olmasaydı?..
Asker kaçağı sayısı 300 bine ulaşmış, Osmanlı Devleti, Mondros Mütarekesi’nden sonra halka “askerliğin kaldırıldığını” ilan etmiş... Asker olmak istemiyor kimse, olan da kaçıyor... Ayaklanmalar var Anadolu’da, çetecilik almış başını gidiyor...
Bütün bunlara karşı devlet gibi davranacak bir otorite de yok. Milli kuvvetlerin çoğu bile yargısız infaz yapıyor...
Kurtuluş Savaşı başında görünüm buydu işte... Buna bir çözüm bulmak gerekti... Önce Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu çıkardı Türkiye Büyük Millet Meclisi, sonra da İstiklal Mahkemeleri’ni kurdu ve ihtiyaca binaen, kademe kademe mevzuatını oluşturdu bunların.
Fransız İhtilali’nin “Devrim Mahkemeleri” model ve esas alındı, fakat İstiklal Mahkemeleri daha esnek davranabiliyorlardı ve de duruşmalar açıktı. Birileri bu mahkeme kararlarının temyizinin olmamasını hep eleştirir dururlar. Bir kurtuluş savaşı veriyorsun, yurdun işgal altında, sonra bir cumhuriyet kuruyorsun, bu cumhuriyeti yıkmaya uğraşıyor birileri, bu durumda olağanüstü mevzuat geçerli olur, temyizle uğraşılmaz.
Niye yazıyorum bunları, neden bu mahkemeleri konu ediyorum bugün? Dinci ve liboş kesimden, onca yalan duyduk ki şu son 25 yılda (hâlâ da duyuyoruz), doğruyu yüzlerine çarpma gereği doğdu.
Nedir bu yalanlar, kimler söylemiş? Abdurrahman Dilipak mesela, 120 bin kişinin bu mahkemeler tarafından asıldığını iddia edip durdu, Mehmet Altan biraz daha temkinli yaklaşarak bu sayıyı 30 bine indirdi. İkisi de yalan... Prof. Dr. Ergün Aybars “İstiklal Mahkemeleri” adlı mükemmel eserinin (Doğan Kitap) yeni baskısına yazdığı önsözde bu iki yalancı ve bir başka yalancı pehlivan Mete Tuncay’ın ya televizyon ve halka açık toplantılarda karşısına çıkmadıklarını ya da çıkınca kıvırttıklarını ayrıntılı olarak anlatıyor. Söz gelimi Dilipak’a soruyor Ergün Aybars, “Bu 120 bin rakamını nereden buldun, kanıt ve belgen var mı?” diye, “Halk arasında öyle söylentiler olduğu” yanıtı geliyor.
Bu mahkemeler iki dönem halinde görev yapmışlar. Kurtuluş Savaşı sırasında yukarıda da ifade ettiğim gibi çoğunlukla, asker kaçakları, isyanlar, casusluklar ve yolsuzluklarla uğraşmışlar. Cumhuriyetten sonra ise “karşı devrim” le mücadele gereği doğmuş, çünkü bunlar cumhuriyeti yıkmak için isyanlar çıkarmışlar, suikastlar düzenlemişler.
Bir Şeyh Said isyanını düşününüz; 1925 yılı bütçesinin 1/3’ü bu isyanın bastırılması için harcanmış. İstiklal Mahkemesi ve Cumhuriyet yönetimi bu isyanı çıkaranları cezalandırmayacak mıydı? Cezalandırdı ve iyi etti...
Bir İzmir Suikastını düşününüz, yan destekleri, siyasal ayakları ve bağlantıları ile düşününüz; elbette bazıları hesap verecekti. Verdi...
O saçma sapan şapka isyanları... Bunlara vaziyet edilmeyecek miydi? Buna rağmen; Aybars Hoca, şapka giymeme yüzünden kimsenin asılmadığını, asılanların isyan suçundan asıldığını ifade ediyor.
Ve o meşhur İskilipli Atıf Hoca... Bu adamın sızma bir hain olduğu, bu kitapta ayrıntısıyla anlatılıyor. Yunan Ordusu’na hilafet ordusu diyen adama, ben de olsam aynı cezayı verirdim...
Ergün Aybars Hoca’nın bu kitabında İstiklal Mahkemeleri’nin görev yaptığı dönemin tarihçesi de anlatılıyor ki, hangi ortamda bunlar yapılmış, daha net anlaşılsın...
Bu kitabı okumak ve kaynak eser olarak mutlaka kitaplıklarda bulundurmak gerek...