Ya cumhurbaşkanı seçeceğiz ya da eşcumhurbaşkanı
Eğer seçime ayrı ayrı gitmeniz durumunda sonuç alma ihtimaliniz yoksa, ‘çatı’ bir zaruret sonucu ortaya çıkmışsa, bu adayda şahsî beklentilerimizin hepsini elbette bulamayabiliriz... Çünkü kendi partimize genel başkan değil, ‘asgari müştereklerimiz’in bir sonucu olarak cumhura başkan seçiyoruz...
Mesele, kaybetmeyi umursamayan partizanlıklarımızın tatmini değil, ülke meselesi... Hangi ülke? Siyasî iktidarın her geçen gün denetlenmekten uzaklaştırıldığı, keyfiyet ülkesi!.. Bugün siyasî iktidar üzerinde ‘Meclis’denetimi var mı? Yok!.. ‘Yargı’denetimi var mı? ‘Evet’ demek komik kaçar!.. Diğer yargı organlarının durumu mâlum... Sadece Anayasa Mahkemesi ‘kısmen’direniyor... Fakat Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olursa orta vadede o da gidici!.. ‘Medya’ denetimi var mı? Cevaba bile gerek yok!.. Peki ‘din’ve ‘vicdan’denetimi var mı? Olmadığını çok iyi gördük!..
Bu durumda Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması, gittikçe totaliterleşen ve denetim mekanizmalarından koparılan ‘tek adam-tek parti’ rejimini daha da güçlendirecek... Muhalefetin aday belirleme yöntemi ve kriterleriyle ilgili haklı-haksız serzenişi ve itirazı olanların bu saatten sonra şahsî kırılganlıklarının Türkiye’nin geldiği nokta karşısında fazlaca önemi olmadığını fark etmeleri gerekiyor...
Çok net; iktidara muhalif olup da kendilerine özel gerekçelerle sandığa gitmeyenler Tayyip Erdoğan’a oy vermiş gibi olacaklar... Artık siyasetin yerine matematiğin konuşacağı seçim arenasında ‘kimin niye oy vermediği’ değil, ‘kimin ne kadar oy aldığı’ hesaba girecek... Ülkenin geleceğine ‘kimsenin haberdar olmadığı’ itirazlar değil, tek tek çıkan oylar hükmedecek... Birileri atmadıkları veya geçersiz kullandıkları oylarla kendi dar mahfillerinde tatmin olacak, diğerleri ise attıkları oylarla Köşk’e ‘tek adam’ taşıyacak!..
Bunun sadece cumhurbaşkanlığı seçimi olmadığı çok açık... Buradan çıkan sonuçların bir sonraki genel seçimi etkileme ihtimali çok kuvvetli... Yani kaybedildiğinde Türkiye’den beş yıl daha kaybedileceğini bilmek ve bunun ne anlama geldiğinin anlaşılması için geçen beş yıla bakmak yeterli... O yüzden genel başkanlarına kızgın olup da, bugüne kadarki başarısızlıkların hesabını kesme arzusundaki parti içi muhaliflerin bu seçimleri bir ‘hesaplaşma fırsatı’ olarak görmesi ‘ülke’adına son derece yanlış bir tercih olacaktır...
Bugün ülkenin en büyük ihtiyacı, her geçen gün daha da otoriterleşen ‘tekçi yapı’nın acilen bozulmasıdır... “Filancalar da destekliyor, onlar varsa ben yokum” demek, mitinglerinde artık gay bayrakları sallanan ve bundan gocunmayan ‘sonuca odaklı’ acımasız bir anlayış karşısında yenilgileri hayatın olağan bir parçası olarak kabullenmek demektir...
Kullanılmayacak her oy Tayyip Erdoğan’a verilmiş oy olacaktır... Bu da bugüne kadar yapılan ne varsa, karanlık Ortadoğu politikalarından PKK açılımına kadar, ülkedeki hukuksuzluklardan suçluların polis kovaladığı ‘yeni kuvvetler ayrılığı’düzenine kadar, havuzlar dolduran ihale düzenlerinden balkonlarda toplanan aile fotoğraflarına kadar, rahmetlerinin gazaplarını geçtiğini iddia edip Peygamber’de gurur arayan siyasî İslamcılıktan Bakara-Makara dalgacılığına kadar ne varsa onaylama anlamına gelecektir... Ayrıca bundan sonra daha fazlasını yapmaları için gaz verilmiş olacaktır...
Bugün hangi sınır kapımızın karşısında hangi terör örgütünün bayrağının dalgalandığını, yarın hangisinin dalgalanacağını bilmiyoruz... Türkiye’nin kanını emen terör örgütünün savaş bölgesine şehirlerarası otobüsle terörist taşıdığına şahit oluyoruz... ‘Güvenlikçi’ politikalar aşağılanırken teröristlere fiilî özgürlüğün ‘demokrasi ve kardeşlik’ olarak sunulduğu, bunun kimsenin itiraz edemeyeceği masum kavramlarla pazarlandığı ‘aldatılma süreci’ yaşıyoruz... Erdoğan ve ailesinin hukuken etrafını daraltan duvarları yarmak için giriştiği her türlü atraksiyonu ibretle gözlemliyoruz... İşin kötüsü, karşı tarafların Erdoğan’ın içine düştüğü bu açmazı acımasızca istismar ederek güç toplamaları...
Son derece açık: Erdoğan seçilirse, cumhurbaşkanı değil, eşcumhurbaşkanı seçmiş olacağız... Paket üzerine paket çıkaran ve bir kısmı için seçim sonrasına göz kırpan ‘çözüm ortağı’nın Köşk’e taşınmasını içine sindirebilecek olanlar, sandığa gitmeyebilirler elbette!.. Ama sindiremeyecek olanlar sandığa gitmemenin ne anlama geldiğini bir kere daha düşünmek durumundalar...