Viking lobisi firarda!
Çünkü bu kez Nobel Ödülü verilen Türk, hımmm nasıl desem; fazla Türk!
ABD'de yaşıyor, eşi Amerikalı ama bu bile "aklamıyor" onu Türkiye'deki Amerikan muhiplerinin gözünde; ruhu "yerli". Hani sanki "The House Cafe"nin orta yerinde "gardaş çay çek; tavşan kanı olsun" diyecekmiş gibi bir havası var. Öyle, şivesinin bas bas nereli olduğunu bağırdığı gerçeğinden bile bihaber, yani o denli kendini bilmez halde "Biz eskiden de rokforsuz, Bordeaux'suz sofraya oturmaz, "foie gras"ımızı yemeden kendimizi doymuş saymazdık" pozu kesen ne oldum delilerinin cemaatinden değil; tam tersine doğduğu, büyüdüğü, geçtiği, ona değen, onun değdiği her yerden, her şeyden nasıl beslendiğini anlatıyor içtenlikle, tecrübelerini nasıl temel yaptığını ufkuna...
Mardin'li; Nusaybin'de gün aşırı sokağa çıkma yasağının ilan edildiği şu günlerde, o terör coğrafyasından çıkıp da "bilim dünyası"nın "tahtı"na kurulabilmiş olması, etnikçilerin arayıp da bulamadığı malzeme aslında ama daha ödülü kazandığı açıklandığı gün "Atatürk'e sevdalı bir Cumhuriyet çocuğu" olduğunu ilan ettiği için açılmamak üzere kapandı o "ekmek kapısı". Yoksa, şuraya yazıyorum o frakın bir köşesine PKK paçavrasını çağrıştıracak bir "aksesuar" kondurmak için yapmadıkları katakulli kalmazdı.
"1.5 milyon Ermeni'yi kestik" diye "rüşvet" vermedi mesela Nobel Komitesi'ne... Yahut "kültürlerin birbiriyle çatışması için yeni simgeler bulduğu" için layık görülmedi Nobel'e... Tam tersine kaç zaman sonra üstelik de bu ülkede "marjinal" kabul edilen ideolojik tavrına rağmen "çatışarak heba edilmeyecek kadar kıymetli" bir tarafımız olduğunu hisettirdi iliklerimize kadar;
Millet olma hali!
DNA'larımızla oynamayı görev sayan "aydın" taifemizin aksine, oynanmış/bozulmuş olan DNA yapısının onarımına harcadığı emekle geldi dünya gündemine.
Bu köşenin düzenli okuyucuları özellikle "barış" alanında Nobel'i nasıl değerlendirdiğimi bilir mesela Nobel değil; mesele -yarattığı algı açısından- Nobel gibi bir ödüle layık görülen bir bilim insanın ilk andan bu yana verdiği adamlık dersi, insanlık dersi, Türklük ve şuur dersi... Duruş dersi...
Dün Reha Muhtar dikkat çekti;
Bütün diğer ödül sahipleri vermeleri gereken saygı selamı sırasında vücutlarını öne doğru eğer hatta bazıları işi abartıp bizim kimi medya patronlarının uzmanı olduğu "ters L" pozisyonunu alırken Prof. Aziz Sancar vücudunu zerrece eğmeden, dimdik, başıyla veriyor selamını...
Ve emin olun sırf bu komplekssiz, minnetsiz tavrı yüzünden bu kadar cılız alkışlar! Sırf bu yüzden "Nobel Turizm"e öyle ek sefer koyduracak, özel uçak kaldıracak kadar rağbet yok...
17 yaşında bir genç kızımız bacak boyu göğüs eniyle filan "bilmem ne kraliçesi" seçilseydi "Türk basını(!)" eminim dünkünden çok daha şatafatlı servis ederdi haberi... Dopingli rekortmenlerimiz olsa mevzu bahis, devletlülerimizin "geline benden de bir burma" kıvamındaki "pirim" kuyruğu naklen verilirdi... Simultane tercümeci teyzenin "Ve işte Nobel... İsveç Kralı'nın elinde... Aziz Sancar uzanıyor... Uzanıyor... Uzandı... Aldı... İşte ellerinde..." diye an ve an aktarılırdı o onur dakikaları; ödül "Nobel" olduğundan değil, bir Türk "dünyayı kurtaracak çapta" buluşa imza attığından, yeniden "dünyayı kurtaran adamlar" doğduğundan bu milletin mayasından...
Ve elbette, olmazsa olmaz, "gözyaşları ve alkışlarla desteğe giden gazeteciler" sesleri titreyerek bildirirdi olay mahalinden... Tarihi tanıklık edebiyatları döşenirdi hangi kanalı açsak... Bilim adamları, öz vatanındaki meslektaşları ellerini çırpardı "Şimdi herkes Aziz Sancar'ın ardında ne var diye Türk bilim çevresine dikkat kesilecek, bizim de önümüz açılacak belki Hayvanat bahçesi müdürlerinin yönetiminden kurtulacak "bilimsel otorite" mercileri... Cumhuriyet'in neden heba edilmemesi gerektiğini görecek herkes" diye...
Hiçbiri olmadı. Olduysa da göz dolduracak, hafızamıza kazınacak kadar belirgin ve yoğun biçimde olmadı...
Olmuştur illa ki ama ben hiç bu kadar "büyük" bir vesile varken bu kadar "küçük" gururlandığımızı hatırlamıyorum;
Türklüğe hakaret eden adamı başımıza taç etmekten utanmadık da Aziz Sancar'ın başarısını bağrımıza basmaktan utandık neredeyse... Ne kadar gizli-saklı, ne kadar yarım-yamalak bir "milli sevinç"...
Aziz Hoca, ana sütü gibi helal ödülünü 19 Mayıs'ta, Türk Kurtuluş Savaşı'nın miladında Anıtkabir'e gelerek, o savaşın başkumandanı, Cumhuriyet'in kurucusu Atatürk'e vermekle en doğrusunu yapar bence de;
Onu en iyi DNA'sıyla oynattırmamış Atatürk anlar...
GÜNÜN SORUSU
Bir vakit bu köşede uzun uzun yazmıştım "Sosyal medya, telefon mesajı, e-posta gibi türlü yoldan yağan Cuma kutlamaları"na bakışımı...
Dün Şeref Gül de kendi sosyal medya hesabından tekrarladı benzer rahatsızlığını, paylaşayım, belki bu sefer düşüren çıkar adımı "Cuma listesi"nden:
"Her Cuma Allah'a dua etmek güzeldir, anlıyorum... İyi ama; Allah'a olan bu yakarışlarınızı neden SMS ile benim numarama yolluyorsunuz?"