Vicdan, cüzdan ve HSYK seçimleri
Moda tabirle ‘zamanlama ne kadar mânidar’ değil mi? Ekim’de Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu seçimi var ve Adalet Bakanı kendilerine zam yapılacağını, özlük haklarında düzenlemeye gidileceğini bildiriyor...
Zam haberini duyunca kanaatini değiştirecek hakim ve savcı var mı bilinmez... Ama varsa bunun sadece kendilerinin değil, adalet ihtiyacı içindeki Türkiye’nin problemi olduğu elbette bilinir...
’Vicdanıyla cüzdanı arasına sıkışmış hakimler’ tabiri adalet tarihimize düşmüş en kara lekelerden birisiydi ve bu sözü söyleyen de eski Yargıtay Başkanı’ydı... Burada ifade edilen ‘vicdan’ ve ‘cüzdan’ kelimeleri bir kafiye arayışının sonucu gibi değil skandalın itirafıydı... ‘Cüzdanlardaki eksiklik, vicdanların adil karar vermesini etkiliyor’ anlamında yorumlandı ve meram da zaten buydu...
Kaynağını paradan alan güç teorisinin en son işlemesi gereken alan ‘adalet’ olmalıyken, bugün Adalet Bakanlığı bu yöntemle sonuç almaya çalışıyor... Yapılmak istenen iş yasal mıdır, elbette yasaldır... Ama ‘cüzdan okşama’ metodu ahlâki midir, işte o fazlasıyla tartışılır... İşi de o kadar iyi biliyorlar ki, muhalefet partileri buna karşı çıksalar, “Siz neden hakim ve savcılarımızın alacağı zamdan rahatsız oluyorsunuz?” suçlamasıyla karşı karşıya kalacaklar...
Hayatta karşılaştığı her türlü engeli parayla aşan veya aşabileceğini zannedenler için klasik bir yöntem bu: “Bizim sevdiğimiz kadar, başkaları da parayı seviyor!.. O halde buradan yürümemiz gerekiyor!..” Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasına bile damgasını vuran ve zaman zaman ‘genel seçimlerden bile daha önemli’ diye sunulan HSYK seçimlerinin ‘demokratik’ zeminden çekilerek, ‘duygusal’ çerçeveye oturtulması ülke adına can sıkıcı...
‘Yeni Türkiye’ cephesi, totaliterleşme ve keyfiyete karşı direnebilecek bütün unsurları ele geçirmek zorunda olduğunu iyi biliyor... Bu konuda şimdiye kadar büyük mesafe aldılar... Yürütme zaten kendilerinde... Cumhurbaşkanlığı artık hem cumhurun, hem hükûmetin, hem de partinin başı... Yasamada ezici çoğunluk onlarda, muhalefet ise kendisine bile himmeti olmayan ‘etkisiz eleman’ pozisyonunda... Kamu adına denetim yapması için var olan medya ‘kamudan gizleme ve kamuyu aldatma’işlevinde... Sayıştay’ın denetim gücüyle ilgili cümle kurmak ‘israf’a girer... Genelkurmay’a gelince, ne yazık ki, yol haritasından habersiz...
Şimdi gözlerine ‘yeni hedef’ olarak yargıyı kestirmiş durumdalar... Yeni aynı ‘umacı’yı devreye soktular; paralelle mücadele!.. ‘Tek parti yargısı’na doğru kurulmuş sistemi bu endişeyi pompalayarak meşrû hale taşımak istiyorlar... İktidarı kısmen de olsa denetleyebilecek tek kurumum bu yöntemle ‘hizaya sokulması’ hesaplanıyor...
Habur’a ‘mobil mahkeme’ kurarak, pişman olmayan teröristleri ‘pişmanlık’tan yararlandıracak kadar ‘politik’ davranan bir anlayışın yargıyı tamamen eline geçirdiğinde neleri yapabileceğini veya neleri yapamayacağını tahmin edebilen var mı? Aleyhlerine bir karar verdiğinde Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kararını ‘gayrimillilik’le’ itham eden, suçlayan, engel olarak ilân eden, Anayasa Mahkemesi herhangi bir başvuru dilekçesini kabul ettiğinde ‘kabul etmesinin bile hukuksuz olduğuna’ hükmederek müdahaleye yeltenen bir anlayışın, bu mekanizmayı tamamen ele geçirdiğinde nerede durabileceğini kim kestirebilir?
İşin üzücü tarafı bu eleştirileri ciddiye alan, uluslararası imajın korunmasını düşünen, adaleti esas alan ve bu açıdan muhasebeyi düşünebilecek olan bir yapı yönetmiyor bu süreci... Parayı basarak, zam yaparak, olmadı memuriyet kaynaklı şahsî gelecek endişesi pompalayarak sonuç almayı hesaplayanlar yönetiyor... Belli ki ‘vicdan-cüzdan’ tartışması şimdikilere ilham kaynağı olmuş, bu ‘gedik’ten yürümeyi tercih ediyorlar...
Adalet adına hükmederken ‘vicdanına şirk koşmayacak’, namuslu, vatansever ve adil yargı mensuplarının omuzunda büyük yük ve sorumluluk düşüyor... Elbette bu ülkede olmayan muhalefetin yerini doldurmak için değil, sadece ve sadece adaletle hükmetmek için...