Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sadi SOMUNCUOĞLU
Sadi SOMUNCUOĞLU

"Vesayet" ve "ileri demokrasi" üzerine

Gazeteci-yazar Mustafa Mutlu Vatan’da meslektaşı, odaTV sanığı Müyesser Yıldız’ın mektubunu yayımladı. Mektupta Silivri denilen cezaevinin şartları anlatılıyor. Okuyunca doğrusu irkildim. İsterseniz o satırları birlikte okuyalım.
“Burası çok soğuk. Her yer taş ve demir... Galiba Silivri dedikleri kampus, bir bozkırda... Zayıf da olunca, çok üşüyorum. Bilhassa ayaklarım. Tüm gün kar botları ile oturuyor, yürüyorum. Ayağımın arkası yara oldu. İşte bu soğukta benim için yazdıklarınız içimi nasıl ısıttı bilemezsiniz... Sımsıcak bir dostluk... Sam yeli geldi C-5 koğuşuna!..”
Devlet adına tutuklanıp cezaevine konan bu kişiler, yargılanmayı ve adaleti bekliyor. Her şeyleri; canı, ruh ve beden sağlığı, haysiyeti, şerefi, namusu; hasılı insan olarak neyi varsa hepsiyle devlete emanet. Masumdurlar. Mahkum olsalar ne yazar. İnsan, aziz olan o değil mi?
Peki emanete yapılan bu muameleyi nasıl izah edeceğiz? Devletin sorumluları bu durumu; adaletiyle ün yapmış büyük milletimize; dünün, bugünün ve yarının tarihine nasıl izah edecekler? Daha da önemlisi vicdanlarına, akşam yattıklarında kendilerine, acaba ne diyorlar? Doğrusu merak ediyoruz. Ama öyle zannediyoruz ki; huzurluyuz, haklıyız, doğru olanı yapıyoruz diyemezler.
Eğer böyleyse, insanı isyan ettiren bu uygulama neden düzeltilmiyor? Devletin Silivri Cezaevi’ni ısıtacak kadar parası yok mu? Elbette var. O halde?...
Hatırlayalım, Hizbullah sanıkları/mahkumları bilgisayar kullanıyorlardı. Ama, Silivri’de daktilo bile esirgeniyor. Bu nasıl bir duygu ve düşüncenin eseri olabilir? Üstelik bu kişilerin kimi gazeteci, yazar, düşünür, bilim ve devlet adamı. Okumak, düşünmek, yazmak hayatlarının bir parçası. Dünya görüşleri itibarıyla hepsi de; (aralarında farklılıklar olsa da), milletimizin birliğinden, vatanımızın bütünlüğünden, devletimizin bağımsızlığından yanadır. PKK, Kıbrıs, Ermenistan, Patrikhane gibi sorunlar karşısında, milletimizin hak ve menfaatlerini tavizsiz bir şekilde savunmaktadırlar.
Efendim biz meselenin bu yanıyla ilgilenmiyoruz. Haklarında bazı suçlamalar var, yargılanmaları gerekiyor. Tamam da yargılanmasınlar diyen var mı? İtiraz şuna; bu kişiler neden tutuksuz yargılanmıyor? Neden yıllar geçiyor da yargılamalar bir türlü başlamıyor? Neden cezaevinde ve duruşmalarda akıl almaz haller yaşanıyor? Kamu vicdanını rahatsız eden soru bu. Rahatsızlık devam ettiği sürece de aynı milletin insanları arasında husumet derinleşecek, kavga büyüyecektir. Endişemiz bu durumun, tutukluların şahıslarını da aşan bir milli yaraya dönüşebileceğidir.
Genel durumu böyle özetleyebiliriz. Ancak bizim üzerinde durmak istediğimiz konu, sağlıksız, ağır cezaevi şartlarıdır. Temel insan haklarına aykırı uygulamalardır. İnsan haysiyetini, şerefini aşağılayan tutumdur. Bir yanda “ileri demokrasi”, “demokratikleşme” ve ülkenin “vesayetten” kurtarıldığı iddiası, öbür yanda bunların yaşanmasıdır.
Sözün burasında mukayeseye ve değerlendirmeye imkan vermek için “vesayet” döneminden örnekler vermek isteriz. Malum, 12 Eylül 1980 darbesiyle beraber, pek çok kişi ve siyaset adamı tutuklandı ve yargılandı. Mamak, Diyarbakır gibi cezaevlerinde çok ağır işkenceler yapıldı. Bugün, 30 yıl sonra, işkencecilerin daha büyük vicdan azabı çektikleri muhakkak. Zira, aksini düşünmek insan olmaya, insanın yaratılışına aykırı düşer. İşkencecilerin çocukları, torunları ve yakınlarının da aynı durumda, utanç içinde olduklarını söyleyebiliriz. İşkenceciler, devlete emanet edilen çaresiz vatandaşlara, devletin imkan ve yetkilerini kullanarak, düşmanca davranmışlardır. Mazur görülebilir hiçbir bir yanı olamaz.
Yargılananlar arasında biz siyasiler de vardık. 567 sanıklı, 220 idamlı iddianamemiz 6 ayda hazırlandı, mahkemeye verildi. Sorgularla beraber salıvermeler başladı. Cezaevinde daktilo, televizyon, radyo ve gazete vardı. Duruşmalara gazeteciler rahatça girer, fotoğraf çeker, kamera kaydı yapabilirlerdi. Bizlerin yakınları da kameraya alabilirlerdi. Tutuklulardan hastalananlar kolayca hastaneye sevk edilirler, tedavi görebilirlerdi.
İşte size iki sahne. Biri ihtilal döneminin “vesayet”i altında, diğeri “demokratikleşme” döneminin “ileri demokrasi”si altında yaşanmıştır.
Hangisi mi? Karar sizin.

Yazarın Diğer Yazıları