Vefa, İstanbul’da bir semt

Başbakan’ın, etrafındakilere yönelik vefa sözlerini dinlerken, gülmemek için kendimi zor tuttum. Bana göre, onun anlayışında vefa, İstanbul’da bir semt(Vefa) adından öte bir şey değil. Başbakanın en büyük vefası, rahmetli Necmettin Erbakan’a karşı olmuştu. O partinin içinde sivrilirken, daha önce yazdığım gibi Gül ile birlikte, birilerinin öneri, destek ve yol göstermesi ile ilk ona vefasızlık göstermişlerdi. Partiden ayrılıp, yeni bir parti kurdular. Daha doğrusu kurduruldu.
Son yazımdan sonra, birkaç okurum, neden Hakan Fidan olayına değinmediğimi sorguluyor. Neden değineyim? Bir kere Fidan, bu işin en alt uçlarından biri. Yarın, Suriye Başkanı Esad veya Libya’nın linç edilen lideri Kaddafi ya da Mısırlı Mübarek gibi, bir anda vefa, vefasızlığa dönebilir. Ayrıca istihbarat konusu tamamen bir uzmanlık alanı.
Anlamadığım, Türk basınının, geçmiş olayları takipteki, bilgisizlik ve cehaleti. Sevgili okurlarım, Başbakan’ın son Washington ziyaretinde, Beyaz Saray’da verilen iki saatlik yemeğe, hatırladınız mı kiminle gittiğini? Hakan Fidan ile. Hem de, bir çanta dolusu Suriye ile ilgili istihbarat raporları ile. Bizim Beyaz Saray kaynaklarımız, Amerikan tarafının, Erdoğan’ın taşıdığı bu istihbarat bilgilerine itibar etmediği gibi Tayyip Bey’e nasihat ettiğini ileri sürmüştü.
Ve de Beyaz Saray, Erdoğan ile birlikte getirilen istihbarata itibar etmediğini, o zamanlar hatırlarsanız Amerikan basınına bile sızdırmıştı. Geçmişte MİT, CIA veya ABD istihbarat örgütleri işbirliği yapardı. Bu açıklamalar da gösteriyor ki, AKP iktidarı ile bağlarını koparan Washington, çok önceden MİT ile ilişkilerine bir tür sansür uyguladı. Devletler birbirine küsmez. Ama bilgi ve destek ağını keser veya minimuma indirir. Benim gördüğüm de Fidan olayı bu ziyaret sırasında bitmişti.
Şimdilerde ise, o zamanlar kararlaştırılan bir karar için, basına bazı şeyleri sızdırarak, bu ilişkiye nokta koyuyorlar. Zira konu hem iktidara yakın Washington Post hem de Cumhuriyetçilere yakın Wall Street Journal’da çıktı. Başbakan’ın Çin füze sistemi çıkışı da bir tür çaresizliğin işaretiydi bence. Aynı Menderes ve Süleyman Demirel vakası gibi. Tayyip Bey, sanki her şeyde tam bağımsızmış gibi bu işi de bağımsızlık masalına bağlıyor. O köprünün altından, çok sular aktı. Bakın, adam gibi devam eden, istikrarlı bir dış politikası var mı AKP’nin. Suriye konferansına İran’ın davet edilmesi konuşuluyor da, Türkiye’ye fikrini bile soran yok.
Sonra ikinci vefa konusu Özel olayı. Kalkıp bazı meslektaşlarım, Genelkurmay Başkanı’nın istifa etmesini istiyor. Edemez. Zira artık ortada, bir Genelkurmay falan yok. Genelkurmay Başkanı da Recep Tayyip Erdoğan, Mahkeme başkanı da o. Baksanıza AKP, seçim avantajı sağlamak amacıyla askerlik süreleri ile oynayarak, ordunun asker gücü konusunda bile bu makama söz hakkı bırakmıyor. Deniz Kuvvetleri’nde komutan ve kaptan, Hava Kuvvetleri’nde ise savaş pilotu kalmadı. Kısaca Türk ordusu PKK’nın arzusu üzerine dağıtılmış durumda. Kalanlar da polis gücü.
Başbakanlık önünde ve Meclis’te, askerlerin yerini polis almadı mı? İşte bu yüzden ben, sürekli olarak, zaten askeri rütbeler verilen polis gücünün, tamamen Genelkurmay’a taşınmasını öneriyorum. Hazır bir dizi de emniyet müdürü kazanmış oluruz. Türkiye bir asker ulus olma özelliğini, askerlerini yaralayarak, küçük düşürerek ve onları esir alarak kaybetmiştir. Nelerini kaybetmedi ki?
Bu yazının sonlarını ise ekonomik haberlerle bağlamak istiyorum. Gene televizyonlarda yapılan, ekonomi üzerine yorumları dinliyorum. Ne diyebilirim, Türk ekonomisini, ABD Federal Merkez Bankası kararlarına göre yorumlamak için, oldukça derin bir ekonomi bilgisine sahip olmak gerek. İnşaat sektörü, en sonunda bizim engin ekonomistlerin de ilgisini çekmeye başladı. Konut sektöründeki balon hikâyeleri falan, anlaşılan birileri durumun vahametini saklayamıyor artık.

Yazarın Diğer Yazıları