Araştırmacı yazar Bilal N. Şimşir, "Balkan Savaşlarında Rumeli Türkleri / Kırımlar-Kıyımlar-Göçler/ 1821-1913" adlı eserinde yakın tarihimizin trajik sayfalarını gündeme taşıyor. Masal anlatmak yerine tarihi, döneme dair belgeleri konuşturarak yazan nadir araştırmacıların başında gelen Bilal N. Şimşir, bu önemli çalışmasında da her zamanki titizliğiyle dikkat çekiyor. Balkanların bizim coğrafya ve tarihimiz olduğunun altını çizen Bilal N. Şimşir, "Bu kitap; Balkan Savaşları sırasında Rumeli topraklarımızda kırılmış, kıyılmış, şehit düşmüş, yerlerinden yurtlarından sökülüp göçe zorlanmış ecdadımız için yazıldı" dedikten sonra soruyor: "Büyük milletimizin 104 yıl önce yaşamış olduğu o büyük acılardan bugün için, yurdumuz için alınacak dersler yok mudur acaba?"
Balkanların, Avrupa yolumuz üzerinde, Avrupa kapımız olduğunu vurgulayan Bilal N. Şimşir, "Anadolu ile birlikte bizim vatanımızdı Balkanlar. Vatanımızın Rumeli kanadıydı. Unutmayalım, Balkan bozgunları Türk milletinin büyük trajedisidir" deyip şöyle devam ediyor:
Atatürk, 1912 Balkan bozgununu Trablusgarp'ta bulunduğu sırada haber almış. Gençliğinde yazdığı "Zabit ve kumandan İle Hasbihal" adlı kitabında, "Birgün duydum ki, doğduğum şehir Selanik, orada annem ve kız kardeşim düşmana teslim edilmiş" der. Ata'nın yüreğine sanki bir hançer saplanmıştır...
Osmanlı-Rus savaşları sırasında 7-8 yaşlarındayken babasını kaybeden babannesinden çocukluğunda dinlediği acı savaş hikayeleriyle büyüdüğünü kaydeden Bilal N. Şimşir, bu kitabın zihinsel hazırlıklarının belki de o yıllardan başlamış olduğunu ima edip şunları anlatıyor:
Öğrenci ve asistan olarak Mülkiye'de 7yıl siyasi tarih okumuş ve okutmuştum. Mesela 1877-78 Türk-Rus Savaşı'nı, Plevne ve Şıpka Muharebelerini, Ayastefanos ve Berlin Antlaşmalarını az çok öğrenmiştik. Ama okuduğumuz kitaplarda Türk halkından bahsedilmiyordu. Rumeli Türk halkının hüzünlü öyküsü de neredeyse hiç yoktu. O topraklarda Bulgarlara bir "yurt açmak" için Tuna ve Edirne vilayeti Türk halk kitlelerinin nasıl perişan edildiklerine, nasıl kırıldıklarına, nasıl ezildiklerine bizim kitaplarımızda yer verilmemişti. Sanki iki düşman ordu, bomboş Tuna Ovası'nda karşı karşıya gelmiş, seyircisiz ve taraftarsız kanlı bir maç yapmışlardı da bizim taraf yenik düşmüştü; ardından diplomatlar bir masa etrafında toplanıp barış antlaşması imzalamışlardı ve olay orada bitmiş, konu kapanmıştı. Oysa konu o kadar da basit değildir. Fransa'da bulunduğum yıllarda Fransız tarihçilerin, halk kitlelerini de kavrayan tarih araştırmaları dikkatimi çekmişti. Siyasi tarihin sosyal boyutuna da eğiliyorlar, araştırmalarında halkı da ihmal etmiyorlardı. Örneğin, Fransız İhtilalinin neden, nasıl çıktığını araştırırken, o ihtilal öncesi yıllarında Paris'in Bastille semti nüfusunun ne olduğu, burada kaç ekmek fırını bulunduğu, günde kaç ekmek çıkarıldığı, o semtte "ekmek bulamayan" ne kadar insan yaşadığı gibi konulara da yöneliyor, bunlardan öğretici sonuçlar çıkarıyorlardı. O büyük ihtilalin çıkış nedenlerini sadece filozofların, ansiklopedicilerin öğretileriyle açıklayıp geçmiyorlardı. Bu gözlemler ve düşünceler beni, Rumeli Türk halk kitlelerinin dramını, özellikle Rumeli'den Anadolu'ya Türk göçlerinin tarihini, geride kalanların çilesini de araştırmaya yöneltti. 1966 yılında Bulgaristan Türkleri üzerine Fransızca küçük bir kitabım yayımlandı. 1876-1880 yıllarıyla ilgili belgeleri kapsıyordu. İki yıl sonra Rumeli'den Türk Göçleri adlı kitabım çıktı. Ama o kitaplarım bazı yönlerden yetersizdi. Bu çalışmam ile konunun eksik yönleri de tamamlanmış oldu.
Bilgi Yayınevi Tel:(0312) 434 49 98
***
Onlar bu ülkeyi karşılıksız sevdi
Ülkücü hareketin çilesini çeken neferlerinden Avukat Selahattin Arpacı gençliğinin 7 yılını geçirdiği cezaevi hayatını "Taş Medrese Defteri" adıyla kitaplaştırdı. Bir günlükten çok farklı dizayn edilmiş kitapta Arpacı'nın cezaevi hayatını yansıtan resim ve desenlerinin yanısıra derlediği şiirler ve hatıralar da yer alıyor. Prof. Dr. Hüseyin Filiz, kitabın sunuş yazısında Selahattin Arpacı'nın bu çok özel çalışmasını şu cümlelerle takdim ediyor: Elinizdeki bu kitap, sadece bir kişinin cezaevlerinde neler çektiğini, ya da neler hissetiğini anlatmıyor. Her görüş ve dünya görüşünden gençlerimiz ders alsınlar. Bizleri ayırmaya, birilerini ötekileştirmeye çalışan bütün anlayışların, sonuçta ülkemizi parçalanmaya ve dağılmaya götürdüğünü fark etsinler ve bu ayrılıkların kimseye faydasının olmadığını, fakat ülkemize çok pahalıya mal olduğunu görsünler. Bu kitabı, farklı gibi görünseler de, ülkenin geleceği ile ilgili benzer düşüncelerde olan gençlerin, yani kardeşlerin bir daha aynı hataya düşmemeleri için, bir hatırlatma aracı olarak görüyorum. O kavgadan kimse karlı çıkmadı, ama binlerce gencimizi kaybettik. Ülkeye hizmet edebilecek gençleri heba ettik. Çok genç hapishanelerde çürütülmüştür. Bunlardan bir tanesi de bu kitabı derleyen Selahattin Arpacı'dır. Hapishane de boş durmamış, hislerini çizgilere yansıtmış ve şiirlerle avunmaya moralini yüksek tutmaya çalışmıştır. Geçmişten ders alarak, hiçbir kimse emperyalistlerin projelerine piyon olmayı kabul etmemelidir. Gözümüzün önünde açıkça kirli oyunlar yeniden oynanmaktadır. Oyunları yazan senaristler, daha öncekilerle aynı. Bu kitabı bu bakımdan önemli buluyorum.
Berikan Yayınları Tel:(0312) 232 62 18
***
Devletin valisinden
Mesleki hatıralarını daha önce, "Bir Cumhuriyet Valisinin Anıları" başlığı altında toplayıp, "Bir İhtilal Bir Darbe Arasında 20 Yıl" ve "Bulutların Üstü Bulutların Altı" adlı kitaplarıyla paylaşan Emekli Vali Aydemir Ceylan, yeni bir kitapla okurlarının karşısına çıktı. Aydemir Ceylan yeni kitabı, "Satrancın İki Tarafı"nda, ülkemizin yıllardır içinden geçmekte olduğu bunalımlı, sorunlu döneme bilgi ve tecrübeleriyle ışık tutmaya çalışıyor. Bu çalışmasının ana eksenini geçmiş yıllarda çeşitli dergi ve gazetelerde yer almış makale ve incelemelerinin oluşturduğunu belirten Ceylan, yaptığı yerinde tespitlerle yakın siyasi tarihimize not düşüyor.
İleri Yayınları Tel:(0212) 481 92 57
***
Roman tarih midir?
Üstün İnanç, "Makedonya Gamzesi" romanında İstanbul'un 'dersaadet' dönemine giriyor ve "Kaybettiğinin farkına varmak, aramaya başlamanın ilk adımıdır" diyerek okuyucuyu geçmişte bir yolculuğa çıkarıyor. Dönemin fotoğrafının yazarın özgün bakışıyla yansıtıldığı romanda 2. Abdülhamid, Jön Türkler, Hareket Ordusu ve 31 Mart Vak'ası mercek altına alınıyor. Tarihçi ve sosyologların uğraş alanıyla romancınınkinin farklı olduğunu vurgulayan Üstün İnanç,"Biz romancı olarak olaylarda 'Olanla olması gereken arasındaki farkı' (Dram) ararız. Aradım ve buldum mu? Evet... Ne kadar? derseniz İbadullah!.." diye konuşuyor.
Mihrabad Yayınları Tel:(0212) 514 28 28
***
HAFTANIN KİTABI
Unutulmuş bir yazar...
Mahmut Yesari'nin, "Bir Namus Meselesi" adlı ilk romanı tefrika edilişinden 94 yıl sonra ilk kez İstos Yayın tarafından kitaplaştırıldı. 1945'e dek süren 50 yıllık hayatına 60'tan fazla roman, binden fazla hikâye sığdıran edebiyatımızın unutulmuş figürlerinden Mahmut Yesari, Türkçenin en renkli, en etkili ve en güçlü kalemlerinden biridir. 1923-24 seneleri arasında Reşat Nuri Güntekin'le birlikte çıkarttığı Kelebek dergisinde ileride Çulluk, Tipi Dindi, Bağrı Yanık Ömer ve Su Sinekleri gibi eserlerle oldukça ustalaşacağı bir türün denemesine girişir; ilk romanı Bir Namus Meselesi'ni tefrika eder."Bir Namus Meselesi", bugün için yitip gitmiş bir dünyayı anlatır. Kayseri'de başlayıp İstanbul'da son bulan bu keyifli intikam hikâyesinin iki kahramanı Hacıoğlu Ağapiyadi ile Kara Eftimoğlu Petraki ailelerinden kendilerine miras kalan bir çekişmenin kurnaz ve hınzır takipçileridir.Yesari, bu iki Kayserili tüccarın hayatını, dönemin Kayseri havalisi ve İstanbulunu, bugün mevcut olmayan yahut öznesi değişmiş toplumsal yaşantıyı gerçeklik ve yalınlıkla anlatır. Ayrıca bütün hikâyeyi bizzat kendi çizdiği resimlerle süsler.
İstos Yayınları Tel:(0212) 243 41 61
***
KÜTÜPHANEMDEN
İki devir arasındaki karanlığa düşen ışık
Gazetecilikte yarım asırı geride bırakmış olan Ergun Hiçyılmaz on parmağında on marifet olan bir isim. Federasyon başkanlıkları ve spor yöneticiliği de yapan Ergun Hiçyılmaz'ın, özellikle Osmanlı toplum hayatı, Milli Mücadele ve eski İstanbul'a dair konularda kaleme aldığı kitapları bu alana merak duyanların mutlaka okumak istediği eserler. Bu hafta; tarihimizdeki ayrıntıları belgesel inceliğiyle mercek altına alan Ergun Hiçyılmaz'ın kaleminden çıkmış ve ilginç bir konuyu işleyen güzel bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Altın Kitaplar'dan 1993 yılında 1. baskısı yapılmış olan kitabın adı: Başverenler Başkaldıranlar...
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemi ile Cumhuriyet'in ilk yıllarının "karanlığına yeni bir ışık düşürmek" iddiasındaki kitapta kimlerin maceraları yok ki... Kitabın takdiminde şu ifade dikkat çekiyor:
"Bazıları "çok özel" insandır... Sadece cesaretleri ya da cüretleri ile ölümlerine bedel biçmezler. Kimi zaman başkaldırırlar göğe kadar, kimi zaman başeğerler yere kadar... Başverirler ilkeleri için...
Dağların başı dik efeleri; Çakırcalı, Yörük Ali,Demirci Mehmet, efsane kişilikler; Resneli Niyazi, Yakup Cemil, Mebruke Hanım, Halide Edip, Topal Osman, Gavur Mümin, Deli Halit Paşa, Çerkez Ethem ve Enver, Talat, Cemal Paşalar ile başta Cavit bey olmak üzere İzmir suikastinde başverenlerin bilinmeyen yönleri resmiyetin dışında ve gizlilik tanımayan bir anlayışla sunuluyor..."
Tarihi sevdirerek okutmak ama bilgiçlik yapmamak, okurla tarih arasında köprü olmak anlayışını savunurken tarihe de farklı ama doğru bir gözle bakan Ergun Hiçyılmaz kitabın öndeyişinde şunları söylüyor:
"Başkaldıran"ı tarihin bir safhasında "Başeğen" olarak da görebiliriz, "Başveren" de... "Başkaldırıan"ın diğerinin de "Baş"ını aldığı görülmüştür. Aynı yola baş koyup beraberce mücadele edenlerin, nasıl olup da yol ayrımına girdikleri zaman zaman anlaşılmaz bulunmuştur. Özellikle günümüzden geçmişe bakıldığında... Bu kitap resmiyetin dar ve zorunlu kalıplarına karşı çıkan okuru, şimdiye kadar dikkate alınmamış ayrıntılara götürme çabasındadır ve bu anlayışla sunulmaktadır. (Ahmet Yabuloğlu)