Varlıklarını bir gün fark edeceğiz değil mi?
Geçelim Diyanet''i… Geçelim kendilerini ''kanaat önderi'' gibi sunan cemaat ve tarikatlerin önderlerini… Ülkede onlarca ilahiyat fakültesi var… O fakültelerin dekan ve hocaları…
İçlerinden bir kişi çıktı mı Hayrettin Karaman''ın "İktidara zarar verecekse haksızlık ve doğruları söylemek caiz değildir" sözleri karşısında gerçeği haykıran?
Daha önce duasına çıkmıştık: İlahiyat Fakültesi dekan ve hocaları olsa... Türkiye''de ''dindar'' imajının aldığı darbelerin, onların özlük haklarından, ek ders ücretlerinden, yurt dışı seyahatlerinden daha önemli olduğunu kabul eden...
Vakıf, dernek, cemaat vs. adı altında icra edilen cehaletin ''din'' diye sunulmasını reddeden... ''Merdiven altı din''in din olmadığını korkmadan ortaya koyan... İmam-ı Âzam gibi, ''Allah''ın rızası''nı ''muktedirlerin rızası''na tercih eden ve bu uğurda bedeller ödemeyi göze alan...
Misyonunun kötülüğe cevaz vermek ve muktedirlerin her türlü uygulamasını onaylamak değil, ''onlardan büyük olan''ı hatırlatmak olduğunu bilen... Yolsuzluğun yolunu yapmayan, adaletsizliğe gözlerini kapamayan... Gerçek ulemalığı ümeraya feda etmeyen...
Onlardan beklenen, hakikati dillendirmeleri ve kimden gelirse gelsin yanlış karşısında hür düşüncenin sesleri olmalarıydı... Korkmadan, cesaretle tartışmaya girmeleriydi…
Varsa istisna onlardan özür dileyerek soralım: Çıktı mı ilminin haysiyeti için dünyalık korkusuna düşmeden gerçeği açıktan sahiplenen?
***
Dinin egemen siyasete manivela yapılması karşısında ne kadar da suskun kaldılar? Muhalifler şeytanlaştırılırken ne dediler meselâ? Ya da milliyetçiliğin dönemsel olarak aşağılandığı çözüm süreci yıllarında, milliyetçilikle ırkçılık eşitlenirken ve ''Adem''e secde etmeyen İblis'' ilk ırkçı ilân edilirken "Durun, bu tespit ve mukayese yanlış" diyebildiler mi?
Israrla hatırlatalım: "Kaynanam düğünde takılan altınları istiyor. Vermesem caiz midir?" şeklindeki soruya cevap verirken pek mahir olan ilâhiyatçı, "Asr-ı Saadet''te nasıl Hristiyan ve Yahudilere yaşama hakkı verildiyse hayırcıların da yaşama hakkı olacak" diyen ''akıl hocası''nı yerin dibine sokacak cesareti gösterebildi mi?
***
Çözüm süreci yıllarında, halkın bu süreci benimsemesi için Diyanet devreye sokulmuştu… O da Başkan eliyle ''helâlleşme süreci'' başlatacaktı…
''Paralel dil'' oluşmuştu… Hem dönemin Diyanet İşleri Başkanı ''helâlleşmek''ten söz ediyor, hem de eş zamanlı biçimde Diyarbakır''da okunan mektupta teröristbaşı Apo ''helalleşme'' vurgusu yapıyordu…
Oysa ''dinî kanaat önderlerinden ve ilim adamları''ndan beklenen, süreci ''dinîleştirmek'' adına edebiyat yapmak değil, kanı dökülen mazlumla katilin eşitlendiği bu iğrenç süreçte, İslâm''ın sesi ve çağın vicdanı olmaktı... Adı konmamış bebeğin katilleriyle helâlleşmeye kalkışmanın, kız çocuklarını diri diri gömen cahiliye âdetleriyle yarışacak çapta bir hukuksuzluk olduğunu haykırabilmekti… Türk ve Kürt çocuklarını kıran terörizmin sivil uzantılarına tebessüm etmek yerine, "Irkçılık, zulüm üzerine olan kavmine yardımcı olmaktır" hadis-i şerifini hatırlatmaktı…
Varsa bilmediğimiz istisnalar kızmasınlar lütfen… Ezici oranda İlahiyat Fakülteleri dekan ve hocalarından da ses çıkmadı… Hiçbirisi "Helâlleşme yetkisi sizde değildir, sadece mağdur ve varisindedir" diyemedi… Hiçbirisi "Binlerce Türk ve Kürt çocuğunun hesabı görülmeden, adalet tesis edilmeden, bu topraklar nasıl selâm ve fazilet yurduna dönüştürülecek?" sorusunu soramadı…
Kaçı çıktı da "İslâm hukukunda, devleti yönetenlerin kişilere karşı işlenen suçlarda af yetkisi yoktur, af ve helâlleşme yetkisi sadece mağdura ve vârislere aittir... Cezalandırmada devlete düşen tek bir görev vardır, o da ''yargılamanın adil olması ve cezanın infazı''dır" diye seslenebildi?
Konuşması gerekenler garip bir suskunlukla kafalarını gömünce, dini siyasete paspas edenler kazanıyor… O zaman ilim adamları niye varlar? Sadece kariyer ve özlük hakları için mi?