Vahşi ve “cehennem zebanisi”nin affı
Türkiye’de yaşananlara bakıp da dehşete düşmemek mümkün değil. Adeta cehennemdeyiz. Zebaniler kol geziyor, kazanlar kaynıyor, feryatlar yükseliyor, ama duyan, aldıran yok. Sorumlular tedbir yerine, felakete perde oluyor.
Güneydoğumuzda “paralel devlet” kuruluyor. Bayraklar çekilmiş, üniformalı asayiş birlikleri kurulmuş, 15 Ağustos 1984’de milletin kanını döktükleri gün hayasızca “bayram” ilan edilmiş, kutlanıyor! Silahlı zebaniler şehirleri basıyor, güvenlik güçleri kışlalara çekilmiş; karakollar yakılıyor, vatandaş haraca bağlanmış, can-mal güvenliği teröriste emanet edilmiş. İktidar sahipleri teröristbaşının isteklerini bir bir yapmakla meşgul. Tatildeki Meclis toplanıp “cehennem zebanilerine” af çıkaracak, anayasayı çiğneyerek aziz vatanımız üzerinde devlet olmalarının yolu açılacakmış. Bölgede adeta devir teslim yapılıyor.
Bütün bunlar bir “cehennem sahnesi” değilse nedir?
Bu “sahneye” bir pasaj daha ekleyelim: Her şey milletin gözleri önünde cereyan ediyor, herkes şaşkın. Resmi gündemde Mısır ve Suriye olayları ile ömrünü vatan savunmasına harcamış, yaşlı-genç komutanlarımız var. Adı şu veya bu dava olmuş fark etmez, neticede çiğnenen hukuktur, bir zulüm çarkı dönüyor. Mısır’a insanlık ve demokrasi adına dört elle sarılan siyasetin, Suriye sınırımızda vahşi teröristlerin üs kurmaları ve cinayetleri ile ordumuzu çökertecek boyutta hukuk katliamının arkasında görünmesine ne demeli?
Vahşi olayı ve teröristbaşı
Bitmedi. Türk Milletine “cehennem” i yaşatmak için İslam’ın nasıl alet edilmek istendiğine de temas etmeliyiz. Bilindiği gibi ülkemizi bölmek amacıyla otuz yıldır terör yapan ve bu yolda kırk beş bin insanımızın ölümünden sorumlu olan teröristbaşının affı için yollar aranıyor. Bunlardan biri de “dinci” çevrelerden gelenidir. Ne diyorlar? “Efendim, Peygamberimiz, Hz. Hamza’yı şehit edip ciğerini yiyen Vahşi’yi bile affetti. Teröristbaşının affı ve barış için bu bir örnek olabilir.”
Peki bu iki olay arasında herhangi bir benzerlik var mıdır? İnceleyelim:
Malum olduğu üzere Vahşi, Hind tarafından Hz. Hamza’yı öldürmek için tutulmuş bir köledir. Ve eğer Hz. Hamza’yı öldürürse, özgürlüğüne kavuşacaktır. Bu düşünceyle Uhud savaşına katılır ve uzaktan attığı mızrak ile Hz. Hamza’yı şehit eder. Peygamberimizin sevgili amcası Hz. Hamza şehit düşünce, onu parça parça ederek ciğerini çıkarıp dişler.
Daha sonra Vahşi, böyle bir İslam kahramanını şehit ettiği için büyük üzüntü duyar. Ve Peygamberimizin Mekke’yi fethetmesiyle bu üzüntü korkuya dönüşür. Birisinin; “Kendin için en güvenli yeri ancak O’nun yanında bulabilirsin. Git, Resulullah’tan af dile” demesi üzerine Vahşi, çekinerek ve sıkılarak Resulullah’ın huzuruna gider ve af diler. Resulullah Vahşi’yi affedip, İslam’a davet eder. Daveti kabul eden Vahşi Müslüman olur.
Şimdi bu olayın unsurlarına bakalım:
* Ortada bir savaş vardır. * Vahşi bir köledir. * Hz. Hamza’yı şehit ettiği için pişmandır.
* Peygamberimizin huzuruna çıkarak, pişmanlığını ifade eder ve af diler. * Peygamberimiz Vahşi’yi af edip, İslam’a davet eder.*Davet üzerine Vahşi Müslüman olur.
Şimdi de soralım:
* Türk Devleti, PKK ile savaşa mı girdi, yoksa Haçlıların projesine göre ülkemizi bölmek üzere, bin yıllık geçmişimize ihanet eden PKK terör örgütünün saldırısına mı uğradı? * Terör, uluslararası hukuka göre, insanlığa karşı işlenen suçlar sıralamasında, soykırımdan sonra ikinci sırada yer alan suçlardan değil midir? * Teröristbaşı, ülkemizi bölmekten vazgeçmiş midir? * İşlediği bunca cinayetten pişman olmuş mudur? * Şehit ailelerinden, Türk Milletinden ve Türk Devletinden özür dilemekte midir? * Kendini Türk Milletinden ve Devletinin bir vatandaşı saymakta mıdır?
Bu soruların cevabı açık değil mi? Cinayetten ve bölücülükten vazgeçmeyi bırakınız, Devleti, Milleti ve Vatanı PKK ile bölüşmezseniz daha kanlı saldırılar yaparız diyerek, tehdit etmektedir.
Buyurun “cehennem zebanisi” ni affedin de görelim!..