Utanacak yüz arıyorum
Elimde bir fener, dolaşıyorum Ankara’nın sokaklarını, caddelerini, tepelerini, vadilerini; utanacak bir yüz arıyorum, utançtan kızaracak bir yüz arıyorum, bulamıyorum. Ben utanıyorum, elimdeki fener utanıyor, caddeler, sokaklar utanıyor... Utanması gereken yüzleri arıyorum, bulamıyorum.
Üniformalı peşmergeler yürüyor Suriye’nin kuzeyindeki şehirlerde. Kollarını sallaya sallaya yürüyorlar, bellerini kıra kıra, kırıta kırıta yürüyorlar... Dolaşıyorum Ankara’yı, utanması gereken yüzleri arıyorum, bulamıyorum. Ben utanıyorum, elimdeki fener utanıyor, Suriye’de caddeler, televizyonlarda ekranlar utanıyor... Utanması gereken yüzleri arıyorum, bulamıyorum.
Suriye’nin kuzeyinde olaylar var, alaylar var. PKK renklerine boyanmış bayraklar var; binaların tepesine tırmanan PKK’lı kaçaklar var... Dolaşıyorum Ankara’yı, utanması gereken yüzleri arıyorum, bulamıyorum. Ben utanıyorum, elimdeki fener utanıyor, Suriye’de binalar utanıyor, bayrak direkleri utanıyor... Utanması gereken yüzleri arıyorum, bulamıyorum.
PKK uzantıları Suriye’de; PKK uzantıları Erbil’de, Barzani himayesinde. Barzani Suriye’deki Kürt gruplarını birleştiriyor. PKK uzantıları Suriye’nin kuzeyindeki şehirlere el koyuyor... Dolaşıyorum Ankara’yı, utanması gereken yüzleri arıyorum, bulamıyorum. Ben utanıyorum, elimdeki fener utanıyor, Suriye’de şehirler utanıyor, Suriye’de Türkmenler utanıyor... Utanması gereken yüzleri arıyorum, bulamıyorum.
Güney sınırlarımıza kamplar kurmuşuz, çadırkentler kurmuşuz. Suriye’den kaçan kim varsa doldurmuşuz kamplara; yedirmişiz, içirmişiz... Bir de ne görelim, bizim toprağımızda bizim polisimizi rehin almışlar; bizim bayrağımızı indirmişler, kendi bayraklarını asmışlar. Türkmen sığınmacı istemezük diye tutturmuşlar... Dolaşıyorum Ankara’yı, utanması gereken yüzleri arıyorum, bulamıyorum. Ben utanıyorum, elimdeki fener utanıyor, kamplardaki çadırlar utanıyor; Kilis, Islahiye, Hatay utanıyor, Sökmenoğulları utanıyor... Utanması gereken yüzleri arıyorum, bulamıyorum.
Acaba elimdeki fenerde mi bozukluk var, diyerek iyice inceledim feneri. Hiçbir şey bulamadım. Sonra fener göz kırptı bana, uzakları işaret etti, deniz kenarlarını, deniz kenarlarındaki kayalıkları. Bindim bir balona, bütün deniz kenarlarına baktım. Meğer sorun deniz fenerlerinde imiş. Hiçbirinin ışığı yanmıyor, hiçbiri denizleri aydınlatmıyor. Kalpler körelmiş, zihinler karanlığa gömülmüş. Ortalık bir günah bataklığına dönmüş. Utanmasını beklediğim insanlar her sabah yüzlerini bu çamurla, bu batakla yıkıyorlarmış.
Yine de ümit kesmek olmaz, dedim. Ramazan mübarek, sahur mübarek, iftar mübarek, ezanlar mübarek dedim. Ezanlara kulak verdim, lezzet almadım. Çocukluğumun deruni seslerini aradım, bulamadım. Minarelerde bir tuhaflık, camilerde bir yabancılık var. Selatin camilerimiz fark etmiş önce. Deruni seslerin yok olduğunu, günah çamuruyla yıkanmış alınları. Fark etmişler ve zamana küsmüşler. Heyhat, onların küskünlüğünden zamanenin haberi olmamış.
Biri kulağıma fısıldadı. Hayâ tamamen kaybolmadı, utanma duygusu büsbütün ortadan kalkmadı; baksana pişmanlıklar, baksana özürler arka arkaya geliyor. Özür diliyorlar, hem de devlet adına özür diliyorlar. Dersim’in eşkıyasından, Sait’in çapulcusundan, Kubilay’ı katleden satırdan, Yunan işbirlikçilerinin takkesinden özür diliyorlar.
Bunları duydum, bunları hissettim, fakat yine benim küçük, sevgili fenerime sığındım. Az olsa da onun ışığına sığındım. Dolaştım Ankara’nın sokaklarını, caddelerini, tepelerini, vadilerini. Dolaştım Anadolu’yu, dolaştım Trakya’yı. Utanması gereken yüzleri bulamadımsa da soğuk taşlar üzerinde utanan küçük yüzler gördüm. Sorumlu olmadıkları hâlde utanan küçücük yüzler gördüm. Gözleri fersizleşmiş, benizleri solmuş, her tarafları kana bulanmış küçücük gövdeler gördüm. Acaba bunlar kim ola, diye yanlarına yaklaştım. Al bayraklara sarılmış tabutlarda yattıklarını fark ettim. Daha fazla bakamadım mübarek yüzlerine ve dudaklarımdan kalbime doğru ince dualar aktı. Ben onlardan utandım, utanması gereken yüzler utanmadı.