Üslubu beyan...
Yargı kendi lehinde davranırsa “iyi”, aleyhinde karar verirse, Anayasa, Yargıtay, Danıştay yargıçları iktidarın uygulamalarına karşı çıkar ve görevleri gereği uyarılarda bulunurlarsa “kötü” ! Erdoğan, sinirli ve yakışıksız sözlerle, Yüksek Yargıçlara adeta “Siz kim oluyorsunuz da, Yasama ve Yürütme erklerinin yerine kendinizi koyuyorsunuz?” diyerek kuvvetlerin ayrılığı ilkesini ileri sürüyor...
Ben Siyasal Bilgiler okudum; Montesqieu’nin düşüncelerini biraz bilirim ama gene de bu konuda, fikir yürütmekte tereddüt ederim. Ama bildiğim; bütün demokrasilerde erkler bir olsun ayrı olsun asıl ilke; “Hukukun üstünlüğü” dür ve son merci de Yüksek Yargıdır! Ama Erdoğan, Başbakanlık koltuğunda; herhalde, daha önce dediği gibi, “ulemaya” danışmış, danışmanlarından bilgi almış olacak ki böyle fetva verebiliyor. “Erklerin ayrılığı” imiş!
Aslında, şimdi bütün “erkler” -güçler- kurumlar, onun ve iktidarının elinde toplanıyor! Yasama, yürütme tamam; bir Yüksek Yargı ve TSK kaldı! Çankaya “erkinde” Abdullah Gül olunca ve Sezer’in veto ettiklerini süratle tayin ettikçe, “Yürütmeye” ve bütün kurumlara, YÖK’e de hakim oldukça Cumhuriyetin tüm kaleleri düşecek!?
Güç
İngiliz Siyaset Bilimcisi Lord Acton; “Güç ifsat eder, mutlak güç mutlaka ifsat eder” demiş. Erdoğan da “güçlendikçe” kendisine karşı çıkanlara kızıyor ve kızdıkça da büsbütün pervasızca konuşuyor. “Kızmak” herkesin hakkıdır ama kızmanın da herhalde, özellikle bir devlet adamınım “kızmasının” da bir üslubu olması gerekir! Ama “üslubu beyan-ayniyle Erdoğan” .
Başbakan,“Türban yasağını kaldırmak” açılımını, “sınır ötesinden”, İspanya’dan yaptı, “Türban siyasi simgedir ve yasaklanamaz” dedi. Ve baklayı ağzından çıkardı, yıllardır savundukları, “türban’ın bir inanç meselesi” olduğu tezinin, tam aksini söyledi. Dinimizin “Türban” yoluyla siyasete alet edilmekte olduğunu kendisi itiraf etti.
Artık T.C.’ye, laik Cumhuriyete karşı yürütülen tertibin “faili” meçhul değil; besbelli! Bazı şeyler öylesine kanıksandı ki kimse, bu türban işinin ne zaman, neden ve nasıl ortaya çıktığını ne soruyor ne de cevap alabiliyor... Evet, “fail” belli ama yakalanınca, yargı da buna karşı çıkınca, “Merkez Bankası” konusunda olduğu gibi Erdoğan, “ben yaptım oldu” zihniyetiyle, profesörler ve yalaka olmayan yazarlara “siz kim oluyorsunuz?” diye, meydan okuyor.
Erdoğan “yüzde 47 tevazuundan” söz etmiş! Nerede o “tevazu”? Ben de buna karşı “yüzde 53” gücüne ne oldu merak ediyorum!
Neden?
Başbakan bu açılımları atılımları, pervasız atakları neden şu sırada yapıyor? Fikret Bila cevap veriyor: “Cumhurbaşkanının değişmesi. Yerel seçimlerin yaklaşması! YÖK Başkanı’nın değişmesi, MHP’nin katkısı! Bu katkıyla AKP, 367’nin de çok üzerinde bir oyla anayasa değişikliğini gerçekleştirebilir.”
Bir ihtimal daha var; Erdoğan şöyle düşünüyor olabilir; “Sınır ötesi operasyon yetkisi vererek TSK’nin eline, tabir caizse, ‘çelik çomak verdik’ yanımıza aldık. Ordu operasyonla meşgulken, istediğimizi yaparız ve sonra da, Cumhuriyetin son ‘sigortasını’ da ‘sivil Anayasa’ ile gevşetiriz!”
Ancak ben, aslında Genelkurmayın, şu sıradaki suskunluğunun arkasında, bir tepki dalgasının oluştuğunu hissediyorum. Umarım bu dalga, sonunda Atatürk Cumhuriyetini yok etmeye çalışanların “yüzde 47’lik tevazuunu”, tramvayına” rağmen yutar!
“Milliyetçilik düşmanları, sözde darbeciler yakalandı” diye bayram ediyorlar. Mesela, sicilli Ordu düşmanı Taraf’ın manşeti; “Kızılelma Hoşaf oldu”! Tahkikat devam ederken bu konuda yazmak doğru olmaz: “Kızılelma” , milliyetçilik hoşaf mı oldu, yoksa bu iddialar
“çarşaf” mı olacak göreceğiz! Ama böyledir: Bazen taşlar bağlanır, köpekler salıverilir...