Ürettiler, geliştirdiler sonra kopardılar
Geçen yazımı yolladıktan sonra Usame bin Ladin’in vurularak öldürüldüğü haberi geldi. Bu olayla ilgili ayrıntıları dünya ajansları verdi. Ben bu olayda kafamı kurcalayan, irdelenmeyen noktaları anlatmak istedim.
Operasyon, Pakistan topraklarında oldu ve operasyonu yapan Amerikan askerleri. Yani egemen olduğu söylenen bir yabancı ülke sınırları içinde Amerikalılar istedikleri operasyonu yaptılar. Pakistan haberdar edildi mi, ya da izin alındı mı? Resmi açıklamalara göre hayır. Eğer böyleyse Pakistan’a egemen ve toprak bütünlüğü olan bir ülke diyebilir misiniz? Bende bu durum bizde de aynı şeyler olabilir korkusu yarattı.
Eğer Pakistan’ın haberi varsa -ki ben buna inanıyorum ve hatta bin Ladin’in bulunduğu yerle ilgili istihbaratı onlar verdiler sanırım- bulunduğu yer tartışma konusu. Zira evin olduğu yer Pakistan ordusundan emekli subayların semti. Böyle yerlerde oturanlar bilinir. Bin Ladin’in Pakistan istihbaratından destek aldığı söylenir. O zaman Pakistanlılar sattı demektir bin Ladin’i.
Operasyon konusunda çelişkiler var. Yanlış anlamayın bin Ladin ölmedi demek istemiyorum. Ama operasyona katılan helikopterlerden biri düşüyor, fakat ABD bizim bu operasyonda kaybımız yok diyor. Peki, bin Ladin’i neden denize attılar? Büyük bir olasılıkla mezarı türbe olmasın diye. İyi de İslami kurallara göre nasıl hazırlandı cenazesi?
Gemide bir Amerikalı subay dua etmiş, İngilizce. Bu demektir ki İncil’den bir şeyler okunmuş. Zira Kuran-ı Kerim Arapça okunur. Ne acı değil mi İslam için savaştığını söyleyen bir adamın İncil ile gömülmesi. Beyaz Saray biraz önce açıkladı operasyonla ilgili resimler yayınlanmayacak diye. Bir şeyler yanlış ama ne bilemiyorum.
Daha önce de yazmıştım. ABD tarafından hazırlanıp tepeye oturtulanlar, gene ABD tarafından götürülür diye. Bu sözüm miadı dolan Amerika tarafından getirilenlere. Acaba bizdeki panik de bu yüzden mi?
Gelelim ikinci konumuza. Biliyorum bana ara sıra yazan Erdoğancı okuyucularımı kızdıracağım. Artık Erdoğan’ın seçimi kazanacağına inancım azaldı. Sebebi basit. Yüzde 40’tan fazla oy alacağına inanan bir siyasi parti lideri belden aşağı vurmaya kalkmaz. Erdoğan’ın seçim yaklaştıkça saldırılarını ağırlaştırması, kazanacağından emin olmayan bir lider tavrı.
Bu saldırılar yalnızca seçim mitinglerinde kalmadı. Önce adaylarla ile ilgili teyp üçkâğıdı. Sonra İzmir belediyesine baskın. Kayseri belediyesi konusundaki yolsuzluklara sessiz kalan AKP, şimdi muhalif belediyelere saldırıyor. Van’daki bir başka yolsuzluk ve yeni açıklanan komisyon alma hikâyeleri, Baykal’a saldırı, hepsi aynı konular. Biz bunları biliyorduk da kimse bunları dillendirmeye cesaret edemiyordu.
Zaten dış dünya da Türk medyasının özgür olmadığını anladı. Ben bu kıtada her gün en az iki yazı okuyorum Türk basınının nasıl korkutulup sindirildiği ve sindirilemeyenlerin de nasıl satın alındığı konusunda. Hele hele Türk basınının ’Amiral Gemisi’diye tanımlanan bir gazetenin başına iktidarın arzusu ile geçirilen bir kişinin bu kıtadaki tarikat liderlerini ziyaret etmesi. Başka söze gerek bırakıyor mu?
İşte bunlar bana Tayyip Erdoğan’ın ve partisinin seçimi kazanacağından emin olmadıklarını ve bu tür ayak oyunlarına bile başvurmaktan kaçınmadıklarını anlatıyor.
Bunlar bana seçimlerin doğru geçmeyebileceği sinyalini de veriyor. Burada gereken; her sandık başına mutlaka muhalefet partilerinin gözlemci yerleştirmesi ve oylar sayılırken herkesin elinde bir kameralı telefon olduğuna göre bu sayım ve sonuçlarını kaydetmeleri.
Evet değerli okurlarım; bakmayın yeşil yemyeşil basında yayınlatılan kamuoyu palavralarına. Gördüğünüz gibi bu kadar emin olsalar, daha ağır ve sakin takılırlardı. Böyle işi sokak kavgasına dökmezlerdi.