Üniversite ve Harp okulları - Prof. Dr. Yümni Sezen

Üniversite ve Harp okulları - Prof. Dr. Yümni Sezen

Eğer Türk askerine sinsi bir düşmanlık veya gerçeklere saygısızlık yoksa, bu konudaki hatadan vazgeçilmelidir...

Uzaktan eğitim, sanal eğitim, yüz yüze eğitim, salgın ve eğitimdeki kayıplar derken, eğitim-öğretim, gündemi haklı olarak işgal etmeye devam ediyor. Dert çok. Fakat biz bugün gündemi işgal etmekten kaçırılan gerçekte sistemi işgal eden ve sırıtan bir eğitim-öğretim meselesinden söz edeceğiz. Bunun için önce meselenin temel felsefesine bakacağız. Bataklığın altında kayalıkları bilemezseniz, bataklığı temizleyemezsiniz. Bu kayalıklara sahip değilseniz, temizledikçe yine bataklıkla karşılaşırsınız.

Bütün insanlar için yeryüzünde eğitimin evreleri-basamakları vardır. İlk evre, doğan insan yavrusunun, insan türünün özelliklerini kazanması evresidir. İnsan, eğitime muhtaç şekilde dünyaya gelir. Türünün özelliklerini, bir çeşit yazılım olarak, başka deyişle potansiyel olarak taşımaktadır ama bunların açığa çıkıp büyüyüp gelişmesi için çevresine muhtaçtır. Eğer bu insanî çevre olmazsa, kendine has özellikler saklı kalır ve fakat dumura uğrar. Meselâ hayvanlar arasında, bir şekilde bebekliği ve çocukluğu geçen yavruların, dik durma, konuşma, alet kullanma gibi temel insan özelliklerini gösteremedikleri görülmüştür. Dünyada 52 örnek, bilim dünyasının gözü önünde bulunmuş, inceleme alanı olmuştur. Eğitimin bu merhalesini, sosyal çevresi doğal olarak yerine getirir, kendiliğinden icra edilir. Özellikler, bir çeşit aktarılır. Yavrunun bir aile ve benzer bir grup içinde bulunması yeterlidir. Ancak şu anlaşılmıştır ki, hiçbir sosyal grup, ailenin yerini tam olarak tutamaz. İlk evre, insanın evrendeki rol ve statüsünün, farklı kimliğinin belirlenmiş olduğu merhaledir. Diğer hemcinsleriyle ilişkisi de bu evrede belirli-belirsiz algılanmaya başlayacak, diğer evrelere geçilecek, ömür boyu devam edecektir. İnsan olmanın ve bir toplum içinde bulunmanın, duygusal, bilinçsel, manevî algı süreci, bunun kıvamı, ömür boyu sürecektir. Buna yardımcı olan birçok sosyal grup ve müessese bulunur. Aile, okul, millet, din, ahlak gibi.

İkinci evre, beceriler kazanma, bir şey, bir iş yapabilme, evresidir. Bu evrede, eğitime, öğretim katılmaya başlamıştır. Kişinin, sosyal çevrenin bir üyesi olma bilinci, diğer deyişle aidiyet duygusu da bu evrede başlar. Sonraki evrelerde devam eder. İnsan, bir kavim, bir millet, bir kasaba, bir şehir, bir köy ve bir aile içinde dünyaya gelmiş bulunduğundan, artık kültür denilen bir tarz geçerlidir. İnsan artık üçüncü merhaleye, kültürün bir üyesi olmaya geçmiştir. Öyleyse eğitimde önemli bir metot, kişiyi bu çevreye kazandırmak, bu çevrenin bir üyesi olma bilincini vermek olacaktır. Kendine yakın grupları aşarak, sadece bütün dünyanın malı olma bilincini vermeye çalışmak, zaten mümkün değildir de, olsa bile karşınıza değişik bir tip çıkar. İnsan, yakın gerçek çevreleri derece derece içselleştirerek ancak insanlığa yükselebilir. O yakın çevre olmasaydı, insana bile benzemeyecekti.

Birinci ve ikinci evrede insan, genel eğitimin, üçüncü evreden itibaren genel eğitim-öğretimle birlikte özel eğitim-öğretim alanının içindedir.

Dördüncü evre, mesleki eğitim-öğretim merhalesidir. Bu merhale, bir önceki evrede de başlatılabilir. Fakat esas kıvamını aldığı merhale buradadır. Bu evre, kişinin hem kendi hayatının idaresi için, hem toplumun varlığının devamı için, yapılacak iş ile, katacağı maddî-manevî değer ile ilgilidir. Burayla ilgili eğitim-öğretim, özel ilgi, özel bilgi ve beceri, özel dikkat ister.

Eğitim-öğretimin her evresinde olabilecek, yapılabilecek yanlışlık ve sapmalar, insan ve toplum hayatıyla ilgili olduğundan, son derece önem arzeder. “İnsanlıktan çıkmak”, “ahlaksız, edepsiz”, “hain”, “vatan haini”, “cahil” v.b. bu yanlışlık ve sapmaların oluşturduğu tiplere ait sıfatlardır. Hele meslekî eğitim-öğretimdeki yetersizlik, hata ve sapmalar, bizi felâkete götürebilir. Mühendis ise bina çöker, doktor ise hastası ölür, öğretmen ise, öğrencileri rezil rüsvay olur, avukat veya hâkim ise sanık haksız hüküm giyer, çöpçü ise, mahalleyi pislik götürür, asker ise savaştan kaçar, polis ise rüşvet alır, aşçı ise yiyen zehirlenir.

Türkiye, birçok toplumda az-çok, şöyle-böyle bulunduğu gibi, eğitim-öğretimde, yanlışlara, isabetsizliklere, plansızlıklara uğramıştır. Şimdi de bu olumsuzlukların cenneti olmaya aday gibidir. Pek çok örnek arasından, başta belirttiğimiz gibi, askerî eğitim-öğretimdeki sapma örneğini alıp, merceğimizi oraya çevireceğiz.

Her meslek, her müessese, kendi kuralları, kendi hedefleri içinde değerlendirilir ve buna göre plan, proje ve metot uygulanır. Eğitim-öğretim buna göre yapılır. Buna göre yönlendirilir ve yönetilir. Nasıl daha iyi eğitilir-öğretilir, metotları nelerdir gibi doğrudan eğitim biliminin, bilim dünyasındaki yeri, tecrübesi bellidir. Bizim parmak basmak istediğimiz, “kendine haslık” ilkesidir. Askerî eğitim-öğretimin sivil üniversiteler içine yerleştirilmesi bir acaip örnektir. Aynı seviyede de olsa, “kendine haslık” “özel”lik, hiçe sayılarak, siyasete kurban edilmiş bir eğitim-öğretim örneğidir. Partili siyasi gücün, daha kolay nüfûz edebilmesini sağlamak amacı, sırıtıp durmaktadır. Böyle bir niyet olmasa bile, siyasetin bilimsel kural ve tecrübesine üstün tutulması söz konusu olmaktadır.

Balıkçılık okuluna, dinî eğitim-öğretimin yöntem ve yönetimini giydirirseniz, sittîn sene balık avlayamazsınız. Dinî eğitim veren bir okulun başına bir askerî yetkili getiremez, askerî eğitim usulleri koyamazsınız. Mühendislik fakültesinin başına bir tarikat şeyhini getirir ve öğretim metoduna, sufi eğitiminin (!) gerektirdiklerini monte ederseniz, seyreyleyin cümbüşü. Tıp eğitim-öğretimini, iktisadî ve ticarî bilimlerin mantığına ve tüccarlığın kurallarına göre düzenlerseniz ve bu işin başına bir iş adamını, bir CEO getirirseniz, hastalara yazık olur. Neden böyle olmaz, bunu geri zekalılara bile anlatmak gereksizdir. Fakat biz bu olmazları yapıyoruz.

Üniversiteler her şeyden önce, hatta meslek adamı yetiştirmekten de önce özgür ve doğru düşünmenin, delil kullanmanın, aklı sonuna kadar değerlendirmenin, sorgulamanın yeridir, vatanıdır. Şüphe, deneme, vazgeçme, sorgulama, her yöne bakma, araştırma, üniversiteler sistemin olmazsa olmazlarıdır. En sonunda bir kısım uzmanlığa giden yolu bulan ve uzman adaylarını yetiştiren meslekî yüksek eğitim-öğretim müesseselerine kapıyı açarlar. Harp Okulu ve diğer meslek okulları, üniversitelerle aynı seviyede olabilir, fakat onların kullandıkları yolu kullanmadan, hazırlanmış bilgileri kullanırlar sadece. Bunlara üniversitedeki bilgilerin, ilgilendiren kısımlarını verebiliriz, metot ve havasını değil. Askerî eğitim-öğretim müesseselerinin özelliklerini nasıl görmezlikten gelebiliriz. Bunların mesleği savaştır. Güvenliği sağlamaktır. Buna göre yetiştirilir. Savaşmayı, stratejilerini, aletlerini öğretirken, öldürme, en azından zararsız/etkisiz hale getirmeyi öğreteceksiniz. Fikir yürütmeyi, özgürlüğü, şüpheyi, vazgeçmeyi, tereddüdü, o anda daha çok araştırmayı öğretmezsiniz. Bunların yeri ayrıdır. Meselâ “vicdanî ret” askerlik ruhunun içinde yer almaz. Ama üniversiteler sistemde bunu tartışabilirsiniz.

Akıl ölmeyi emretmez, ölmenin varlığını tanıtır. Ama askerlik, gerektiğinde “size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum” diyebilir. Değişiklik yapma hevesiniz varsa, devrim gibi kökten değişiklik yapmak istiyorsanız, gücünüz yetiyorsa savaşı ortadan kaldırın. Yapamazsınız. Allah canlı varlıkların kanunlarına bunu koymuştur. İnanmayanların sözlüğünde tabiat kanunlarında mevcuttur. Bu da doğrudur ve doğrunun öbür yüzü ve gözümüzün içine saplanan ucudur. Savaşı kaldıramayacağınıza göre, onu azaltmayı, yukarı seviyelere, elzem sınırlara çekmeyi başarabilirsiniz. Unutmayın sadece melekler birbirleriyle savaşmazlar, hayvanlar da, insanlar da savaşırlar.

Bilimin milliyeti yoktur, askerlik biliminin vatanı ve milliyeti vardır. Askerlik, kendisi ölmeden öldürmeyi ister, durum bu noktaya gelirse, ölürken bile faydalı olmayı planlar. Efendim biz bunları yine yaparız ama üniversitelerin içinde de yaparız. Yapamazsınız. Yaptığınızı zannedersiniz. Efendim, bu eğitim müesseselerinin başında sivil olsa ne olur? Olmaz. Tıp Fakültesinin başına mühendis, mühendislik fakültesinin başına ilahiyatçı getiremeyeceğimiz gibi, ilahiyat fakültesinin başına asker getiremeyeceğiniz gibi, Harp Okullarının başına da asker getireceksiniz. “Ben yaptım oldu” diyemezsiniz.

Bilime ihanet kötüdür ama, böyle birini idam etmezsiniz. Ama askerliğe ihanet eden, vatana ihanet etmiş gibidir ki, idam edersiniz.

Doğrudan savaş eğitiminin yanında, yine askeri diğer müesseseler de özelliğe tâbidir. Askerî hastaneler, askerî mahkemeler, askerî liseler gibi. Nasıl ordular, kara, deniz, hava kuvvetleri gibi mücadele edeceği alana göre sınıflanmışsa, destek askerî müesseseler de kendi özelliklerini taşımaya devam ederler. Bunlar da ordu unvanını almışlardır. Eğitim Ordusu, Sağlık Ordusu gibi. Bunların sivillerine bile bu ad verilmiştir. Askerlik, bu müesseselerin kendine ait olanlarını oluşturmuştur. Bunlar yüzyılların tecrübesinin ürünüdürler.

Eğer Türk askerine sinsi bir düşmanlık veya gerçeklere saygısızlık yoksa, bu konudaki hatadan vazgeçilmelidir.