Unakıtan övünüyor!

Gıda’nın sahibi Abdullah Unakıtan, AB Gıda yöneticisi Metin Şallı, Faisal Finans’ın sahip ve yöneticileriyle işadamı Şenol Çelik İspanya’dan 3 milyon euroya alınmış ikinci el makineleri 14 milyon euro ve 4 yıllığına Tekel’e kiralıyor. Hadise mahkemeye intikal ediyor, Tekel yöneticileri yargılandıkları davada “evrakta sahtecilik” suçundan beraat ediyor. Ancak, aralarında dönemin Tekel Genel Müdürü ve Özelleştirme İdaresi Başkanı’nın da bulunduğu 10 kişi hakkında, “ithali bazı şartlara tabi bulunan eşyayı aldatıcı işlem ve davranışlarla ithal etmek” iddiasıyla 43 milyon YTL idari para cezası veriliyor. Hazine Kontrolörü Uğur Katar’ın hadise ile ilgili hazırladığı raporda da ise özetle, “muvazaalı ilişkilerle ihaleye fesat karıştırıldığı” iddiası yer alıyor.
Normal bir devlette böyle bir iddiayı duyan bir Bakanın ilk basacağı düğme, “Yetim hakkı yendiyse hesabını sorun!” düğmesi değil midir? Elbette öyledir. Ama bu konu Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a aktarıldığında, o, oğlunun şirketini kastederek bakınız neler söylüyor:
“- O şirket milyon dolarlar vergi veriyor. Sizin aldığınız paraların bir çoğunu o veriyor!”
İşte tuzun kokması budur.

Sen üçe aldığın “ikinci el” makineyi “sıfır makine” diye devlete beş katı fiyata kiralayıp on milyon dolarlar kazanacaksın, verdiğin üç kuruş vergiyi de kafaya kakacaksın.
Burada, yolsuzluk yaptığı devlet raporlarıyla iddia edilen bir evladın bakan olan bir baba tarafından aslanlar gibi savunulması yetmiyormuş gibi, devlette görev yapanların aldıkları maaş ve ücretlerin hazmedilemeyişi gibi çarpık bir durum da söz konusu.

“O yolsuzluk yaptığını iddia ettiğiniz oğlumun verdiği vergilerle maaşlarınızı alıyorsunuz” denilerek aslî görevlerinden biri de hizmetinde oldukları devlet ve milletin hak ve hukukunu korumak olanlara, sen ettiğin hizmetin değil de “tuzun kokmasına verdiğin desteğin” karşılığını alıyorsun, haberin olsun, susmazsan oğlum (ve oğlum gibiler) böyle çok kazanamaz, kazanamayınca da vergi veremez, o vergi veremeyince sen maaşını alamazsın, yani, senin aldığın aylık yaptığın görev ve hizmetin karşılığı değil, oğlum ve oğlum gibilerin üçe aldıkları “ikinci el” makineyi devlete beş katına “birinci el” diye kiralayarak kazandıkları servetin bir kısmından devlet adına vazgeçmesinden çıkıyor, daha bunun bile farkında değilsin, denmiş olmuyor mu?
Ne acıdır ki bugün bu mantık Türkiye’de itibar görüyor.

Ve bu Kemlal Abi, bankalar, fabrikalar Türkiye’de duruyor, alanlar ülkelerine götürmüyor diyerek, milli müesseselerin yabancıların eline geçmesini de aslanlar gibi savunarak, “Türkiye Düyünu Umumiye günlerine dönüyor” diyenleri güya aşağılıyor. “Kemal Abi” nin basındaki “adamları” da ona, “Hayret, dün ’yabancı sermaye niye gelmiyor’diye yakınıyorduk. Bugün de, ’niye yabancı sermaye geliyor’ diye feryat ediyoruz!” desteği veriyor.
Yani ’sapla saman’ ve bu arada ’halkın aklı’ işte böyle karıştırılıyor.
TEKEL, TÜPRAŞ, TELEKOM gibi müesseseler yabancının olunca elbette Türkiye’den sökülüp götürülmüyor, götürülen o müesseseyi satın alanların elde ettikleri kârlardır. O müesseseler üç dört yıllık kârları karşılığı yabancıya satılmayıp Türk’te kalsaydı, kazancı da Türkiye’de kalacaktı.
Şimdi o ellerin oldu ve o el ettiği kârları Türkiye’den alıp gidiyor, alıp gidince Türkiye’de nakit sıkıntısı başlıyor, borç ihtiyacı doğuyor. Bu ihtiyaç IMF ve Dünya Bankası ve Borsa’ya giren yabancı spekülatörlerden, yani Türk’ün malını satın alanların Türkiye’den çıkardıkları kârlardan karşılanıyor. Kâr olarak giden Türk’ün alın teri “borç ve sıcak para” geri çağrılıyor; ondan sonra da Türkiye her şeyini sattığı ve yerine hiçbir şey yapmadığı halde her hafta, evet her hafta tam bir milyar iki yüz milyon dolar civarında “borç faizi” ödemek zorunda kalıyor.
Yani bir yılda ödediğin borç faizinin toplamı yabancılara sattığın bütün müesseselerden “yabancı sermaye” diye aldığının yarısı bile etmiyor.
Bir insan bununla övünebilir mi?
E, oğlunun o işleriyle övününce bununla da övünebilir tabii, yani normaldir..
O övünüyor ama Türkiye dövünüyor..
Türkiye dövünecek..

Yazarın Diğer Yazıları