İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ, Suriyelilerin ülkelerine dönüşüyle ilgili Ankara’da düzenlenecek çalıştay öncesinde dikat çeken açıklamalar yaptı. Suriyelilerin “Biz değil Türkler gidecek” diyecek kadar özgüven kazandığına dikkat çeken Özdağ “Türklerin kızgınlığı, onların da özgüveni artacak. Bir Suriyeli öğretmen, öğrencilere şunu söyleyebiliyor: ‘Külek Boğazı’na kadar bizim. Biz gitmiyoruz, Türkler gidecek!’ Arap mafyası Türkiye’nin başına dert olacak” şeklinde konuştu.
Cumhuriyet gazetesinden İpek Özbey’in sorularını yanıtlayan İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ’ın açıklamaları şöyle:
“Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en büyük sorun hiç şüphesiz ki bir kavimler göçüne benzeyen Suriyeli sığınmacılar. Görüyoruz ki AKP, Türk milletini zamana yayarak, alıştırmaya çalışarak, uyutarak Suriyeliler’e vatandaşlık verme politikası izliyor. Biz bunun Türkiye’nin geleceğine yönelik bir ihanet olduğunu düşünüyoruz. Böyle bir gelişmeye müsaade etmeyiz. Bunun için de Türk milletinin önüne somut bir geri dönüş eylem planı koyacağız. Bu çalıştayda, meselenin farklı başlıklarını konunun uzmanları değişik açılardan ele alınacak. Sayın Genel Başkanımız son konuşmayı yapacak ve İYİ Parti iktidara geldiğinde Suriyeliler’in dönüşüyle ilgili hangi adımları atacak, bunu açıklayacağız.
Biz bu hükümetin Suriyeliler’e vatandaşlık verme politikasını takip ettiğini görüyoruz. Bu bilinçli bir politika. Dört bir koldan Suriyeliler’e vatandaşlık verilmesi ve yerleştirilmesi konusunda çalışmalarını sürdürüyorlar.”
“Stratejik Göç Mühendisliği 1994’te Harvard Üniversitesi’nde bu konuda çalışan Kelly Greenhill’ın en son şeklini verdiği bir ?kavramsallaştırma. Amaç; Türkiye’nin demografik yapısının dönüştürülmesi ve bir dış müdahaleyle iç savaşa hazır hale getirilmesi. Ortadoğu bölgesine bir Kürdistan kurulmaya çalışılıyor. Bunun bir ayağını Irak’ta oluşturmaya çalıştılar, başardılar. Şimdi Suriye’yi İran’ın ve Türkiye’nin takip etmesini hedefliyorlar. Tabii Irak’ta iç çatışma çıkarmak kolaydı, Suriye’de görece kolaydı ama Türkiye’de biz bir sosyolojik millet oluşturuyoruz. Türk-Kürt, laik-antilaik, Alevi-Sünni çatışması çıkartamıyorlar. Fakat dışarıdan getirdikleri, bu kültüre, bu topraklara getirdikleri sosyolojiyle ortalığı karıştırmak çok kolay.”
“1974 Arap-İsrail savaşından sonra Arap ülkeleri ilk kez birlikte hareket ederek İsrail’i destekleyen Batı ülkelerine karşı petrol ambargosu başlattı. Bu ambargo üzerine dönemin Amerikan Milli Güvenlik danışmanı Henry Kissenger, tarihçi Bernard Lewis’ten Arapların nasıl ayrıştırılabileceğini araştırmasını istedi. Lewis’in değişik akademik çalışmalar ve toplantılardan sonra yaptığı öneri Arap milli devletlerinin Osmanlı döneminde olduğu gibi etnisite ve mezhepler merkezli olarak bölünmesiydi. Bu bir anlamda bütün Ortadoğu ülkelerinin Lübnan gibi etnisite ve mezhep zemininde siyasal olarak ayrıştırılarak yeniden yapılandırılması anlamına geliyordu. Lewis, 1991’de Foreign Affairs dergisinde yaptığı analizde ilk planını adeta güncelledi ve çok önemli iki tespit yaptı: Birinci tespit, Ortadoğu’da tek çekici seçeneğin İslami kökten dincilik olduğudur.”
“Ortadoğu’nun Lübnanlaşabileceği,,, Gerçekten 1991 sonrasında Ortadoğu’nun mezhep ve etnisite eksenli parçalanma süreci başladı. Gazeteci Güneri Cıvaoğlu, 1991’de Suudi Arabistan’da Türk Büyükelçisinin aldığı randevu ile iki Amerikalı subay ile görüştüğü zaman kendisine ABD’nin Irak’tan çekilmesinden sonra Amerikan ordusunun bırakacağı silahlara sahip olacak olan Kürtlerin Türkiye’den toprak isteyeceğini Türkiye’nin ya bu toprakları vereceğini ya da savaşacağını ifade etmişti. Orgeneral Wesley Clark’ın ‘Modern Terörizme Karşı Savaş’ kitabında Pentagon’a döndüğünde yüksek rütbeli bir kurmay subayla görüşmesini anlatıyor: “Evet, hâlâ Irak’a karşı bir operasyon için iz sürüyorduk söylediğine göre. Ancak daha fazlası da vardı. Bu beş yıllık bir planın parçası olarak konuşulmuştu ve toplam yedi ülke söz konusuydu. Irak ile başlanacak, sonra Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan gelecekti.” Sonra 2006’da Amerikan Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Müdür Yardımcısı Yarbay Ralph Peters ‘Kanlı Sınırlar: Daha iyi bir Ortadoğu nasıl görülür’ diye bir makale yazıyor. Orada da Türkiye’nin bölünmesi gerektiğini ve kurulacak Kürdistan’ın Bulgaristan ile Japonya arasındaki en Batı yanlısı ülke olacağını belirtiyor, yani ikinci bir İsrail’den bahsediyor. Bununla da yetinilmiyor, dergide ortaya konulan harita Napoli’de NATO Koleji’nde Türk subaylarında bulunduğu bir toplantıda gösteriliyor, diplomatik kriz çıkıyor. Tüm bu olanları görmemek için kör olmak lazım.”
“BU, JEOPOLİTİK YENİDEN DÜZENLEME”
“Bu bir jeopolitik yeniden düzenleme. Suriye’deki insanların başına geleni Allah kimsenin başına vermesin. Bosna Hersek’te savaşmış bir Türk özel kuvvetler mensubunun sözleriyle ifade etmek istiyorum, iç savaş milletlerin bağırsaklarının ortaya döküldüğü zamanlar. Daha önce komşu olduğun ailenin evine gidiyorsun, onları öldürüyorsun, başını okşadığın çocuklar düşmanın oluyor. Onun için bir toplumun yaşayacağı en kötü şey savaş değil, iç savaştır. İç savaşın sadece dış kazananı vardır. Suriye böyle bir süreçle karşı karşıya bırakıldı. Kadınlara, çocuklara geçici bir süre için bakmak, yardımcı olmak bir insanlık görevi ama bunun için Suriye’de iç savaşı kışkırtmayacaksınız, taraf olmayacaksınız. Hem Suriye’de iç savaşı kışkırtıp, insanları yerlerinden edilmesine neden olup, hem de “Biz onları burada misafir ediyoruz” derseniz, kimse inanmaz. Buradaki Suriyeliler bile inanmıyor. Gaziantep’te 18 yaşında Suriyeli bir genç kız, yanında çalıştığı Gaziantepli işadamına şöyle söylüyor: “İnşallah bir gün benim ülkemin başına gelenler sizin de başınıza gelir”… Adamın kanı donuyor, sordum diyor, “Kızım niye böyle bir şey söylüyorsun…” Cevabı şu oluyor: Çünkü benim ülkemdeki iç savaştan siz sorumlusunuz. Bunu 18 yaşındaki kız da biliyor. Sanmayalım ki, burada yaşayan Suriyelilerin hepsi bize karşı müteşekkir. Bize karşı kızgınlar… Özetle bu meselenin insani boyutu var. Ama bir insan hakları meselesi değil. Amaç; Suriyelilerin Türkiye’nin dostu olarak geri dönmelerini sağlayacak politik, ekonomik, hukuki, kültürel ve uluslararası ilişkiler düzenlemelerini yapmamız gerekiyor.”
“GÖÇ MÜHENDİSLİĞİ AKP’NİN POLİTİKASI DEĞİL”
“Efendim ‘eli kanlı katil’… Bize masal anlatmayın. Siz Öcalan ile oturup anayasa yazdınız. Siz Öcalan’ın temsilcileriyle ecdadın sarayında Türk bayrağı önünde fotoğraf verdiniz. Siz uluslararası insan hakları mahkemesi tarafından soykırımla yargılanmış ve mahkûm olmuş bir siyasi liderin; Ömer el-Beşir’in arkasında durdunuz. Onun için Beşar Esad ile bize insan hakları hikayeleri anlatmayın. Bu doğru olmadığına göre, el sıkışmamanın gerçek nedeninin ne olduğunu AKP açıklamak zorunda.
Stratejik Göç Mühendisliği AKP’nin politikası değil, bunu kucağında buldu ve sonuçlarıyla başa çıkabilecek iradeyi temsil etmiyor. Bu tuzağa düşmeyebilirdi.
Suriye’de Beşar Esad rejiminin devrilmesiydi. Fakat AKP, meseleye Müslüman Kardeşler ideolojisiyle baktığı için Arap Baharı’nın o heyecanlı günlerinde “Mısır’da Müslüman Kardeşler geldi, Suriye’de de iktidara getirelim, biz de zaten buradaki Müslüman kardeşleriz. Böylece Ortadoğu’da bir Müslüman kardeşler hegamonyasını biz oluşturmuş oluruz” mantığıyla yaklaştılar. Oysa Türkiye’nin Suriye’de Beşar Esad’ı devirme potansiyeli, deneyimi yoktu. Buna rağmen Erdoğan, bu yanlış politikada Davutoğlu’yla birlikte ısrar etti, Türkiye’yi Suriye’de bir bilinmezliğin içerisine sürüklediler. Başlangıçta Suriye’den Türkiye’ye göçü BM şemsiyesi altında bir askeri müdahalenin gerçekleştirilmesini meşrulaştıracak operasyon olarak da desteklediler. Yani adeta buraya insanları davet ettiler. Kafalarında 100 bin rakamı vardı, Davutoğlu kırmızı çizgimiz diyordu. Şimdi gelen rakam 5.3 milyon, yani kırmızı çizgi 53 kez aşılmış oldu.
Yönetilebilecek bir rakamdı. Düşünün; Suriye’den Türkiye’ye göçün önündeki en büyük engel neydi? Mayınlı arazilerdi. 2009’dan itibaren mayınları söküldü, 2011’de iç savaş başladı, Yine 2011’in Aralık ayında AB’nin finanse ettiği ‘Askıdaki Yaşamlar’ diye bir rapor yayımlandı. Şöyle başlıyor: Uluslararası göç trafiğinde önemli bir merkez olan Türkiye! Halbuki 2011’de Türkiye, uluslararası trafikte önemli bir ülke değil. Orada Türk halkının mültecilere ve sığınmacılara karşı tavrı test ediliyor. Bir algı yaratılmaya çalışılıyor. 1997’de yazılmış 2007’de güncellenmiş, 2014’De TSK’ye teslimedilmiş bir Amerikan belgesi var. O raporda da “Küresel ısınma neticesinde Ortadoğu’da Türkiye’nin de içinde olduğu alanda su kaynakları azalacak, bununla birlikte göçler çoğalacak ve bizim rejim değişikliği programımız da bu göçleri tetikleyecek” diyor. Şu an Suriye’de gördüğümüz bu zaten…
Bunun sonucunda ürünler azalıyor, ürün azalınca fiyatlar artıyor, sonunda çatışma için sosyolojik zemin oluşuyor. Ama bütün bunları öngören bir zeka da var tabii. Bu zekanın AKP’de olmadığı açık.”
PROVOKASYON OLMASIN DİYE CENAZEYE GİTMİYORUM
“Ben anlatıyorum, Türk halkının yüzde 85’i benim ne söylediğimi anlıyor. Kamuoyu anketleri bunu gösteriyor. Beni anlamayanlar Annan Planı sırasında Denktaş’ın karşısında duranlar, Kıbrıs’ın jeopolitik önemi yok diyenler ve yetmez ama evetçiler… Beni anlamayanlar ben FETÖ bir casusluk terör örgütüdür derken, FETÖ’ye sivil toplum örgütü muamelesi çekenler. Beni anlamayanlar ben ‘Terör örgütüyle müzakere değil mücadele yapılır’ derken Öcalan’ın Türkiye’yi demokratikleştirdiğini söyleyenler. O yüzden beni anlamayanlarla hiçbir mücadele yürütmüyorum. Görüşlerini hiç önemsemiyorum. Bu kişilerle ilgili düşündüğümü söylemek istemem, çünkü yürürken çiklet çiğneyemeyeceklerini düşünüyorum. Ne ben ne İYİ Parti Türk milletini Suriyelilere karşı kışkırtmıyoruz sadece Türk milletinin haklı istediğini gündeme taşıyoruz. Ancak bir gün yabancı servisler Suriyeliler meselesi üzerinden kışkırtmalar yapacaklar. Ben çok istediğim halde provokasyon ortamı olmasın diye Suriyeliler tarafından öldürülen gençlerimizin cenazelerine dahi katılmadım.”
BİZ DEĞİL, TÜRKLER GİDECEK!
“Hepsi bir arada olacak süreçler. Hacettepe Üniversitesi, cumhurbaşkanlığının fonladığı bir araştırma yaptı. Suriyeli kadınlar 5.3 doğum hızına, Türk kadınlarıysa 2.3 doğum hızına sahipler. Bu nüfus artışı devam ettiği takdirde 20 sene sonra Türkiye’de 10.5 milyon Suriyeli olacak. Türklerin oranı da düşecek. Suriyelilerin Türkiye’nin belirli yerlerinde yoğunlaştığını düşünürseniz nüfus üstünlüğü, Hatay’da mesela Suriyeliler’e geçiyor. Gaziantep’te yüzde 50’ye yakın oluyor. Kilis’te zaten şimdiden yüzde 70. Bugün geçici olduklarını düşünerek, bu ülkenin vatandaşı olmadıkları için dikkatli davranan insanlar yarın vatandaşlık aldıklarında gerilim yükselecek. Türklerin kızgınlığı, onların da özgüveni artacak. Daha bugünden Hatay’da bir Suriyeli öğretmen, Suriyeli öğrencilere şunu söyleyebiliyor: Külek Boğazı’na kadar bizim. Biz gitmiyoruz, Türkler gidecek! Bir şey daha var. Arap mafyası Türkiye’nin başına dert olacak.
Dünyadaki benzer göç süreçlerini incelediğinizde bu tür iç çatışma toplumlarından gelen unsurların önemli bir bölümünde oradaki iç savaş bittikten sonra çatışma ve travmasından başka bir şey bilmeyen, yeteneği olmayan unsurların mafyalaştığını gösteriyor. Böyle bir öncü grup ve oluşmuş illegal bağlantıları var. Suriye’de iç savaş bitse de istikrarsızlık devam edecek. İki tarafı da tanıyan, bağlantıları olan ve illegaliteden, şiddetten başka bir şey bilmeyen büyük bir yapı var. Bu yapı, Türkiye’de bulunduğu süre içinde devletin çeşitli güvenlik organlarıyla karşı karşıya gelmiş, işbirliği içinde bulunmuş, dolayısıyla devletin reflekslerini öğrenmiş. Türkiye’de 400 bin Suriyeli çocuk okula gitmiyor. Bu çocuklar için gidecek iki yer var, ya selefi terör örgütleri ya da Arap mafyası.”
40 DEĞİL 58 MİLYAR DOLAR
“Hükümet Suriyeliler’e harcanan paranın 40 milyar olduğunu iddia ediyor. Doğru değil. Selçuk Üniversitesi İktisat Bölümü’nden profesör Mehmet Alagöz’ün yapmış olduğu bir hesaplama var. Gerçek rakam 58 milyar dolar. 2017’de sağlık bakanı kalem kalem yapılan harcamaları anlatmış ve bu harcamalar neticesinde o dönemin harcaması 30 milyar dolar… Bunu böldüğümüzde kişi başına harcama 300 dolar. Şimdi sonuç 58 milyar çıkıyor. Bunun dışında da Suriye’de 3 milyon insanı besliyoruz.”
KÜRDİSTAN YERLEŞTİRİLMEK İSTENİYOR
“Suriye’nin kuzeyinden Araplar, bir kısım Türkmen etnik temizlikle uzaklaştırılıyor. Köyleri yakalıyor, aç kalsınlar Türkiye’ye gitsinler isteniyor, onun yerine de PKK oturuyor. Suriye’de Kürtlerin oranı yüzde 9. Bugün PKK’nın kontrol ettiği bölge Suriye’nin yüzde 30’u. Buraya bir Kürdistan yerleştirilmek isteniyor. O yüzden PKK, Suriyeliler dönmesinler istiyor. Yukarıda da demografik bir istilayla Türkler bulundukları şehirlerdeki Arap üstünlükten dolayı bulundukları şehri terk etmeye başladı. Bir taraf Arapsızlaştırılıyor, öbür taraf Türksüzleştiriliyor.”
ÜMMET RÜYASINDAN İÇ SAVAŞ KABUSU ÇIKAR
“AKP seçmeninin istemediğini de anketler gösteriyordu. Ama ilk gösteren doğrusu Bilgi Üniversitesi’nin ‘Ayrışan Türkiye Raporu’ydu. Seçmen her konuda ayrışmış ama bir tek konuda uzlaşmış. Suriyeliler geri dönmeli. Hayatta ise İstanbul seçimleri gösterdi.
Erdoğan, meseleyi ensar-muhacirlikle açıklamaya çalışıyor. Ama buna gerçekten inanıyor mu bilmiyorum. Fakat bu paradigma da doğru değil. Ensar-muhacire baktığımız zaman Mekke o dönemde 25 bin, Medine 12 bin nüfuslu. Muhacirlerin sayısı 180. Üstelik muhacirler Medine’ye geldikleri zaman Medine’de kalın, geri dönmeyin, biz size burada bakarız şeklinde yaklaşım yok. Amaç, muhacirin geri dönmesi üzerine kurulu, öyle de oluyor, Mekke’ye geri dönüp, fethediyorlar. Bu mantıkla bile bakılsa yapılması gereken geri dönüş. Ama öyle değil, Suriyelilere vatandaşlık verilmek üzere bir siyaset izleniyor. Bu Türk toplumunun millet toplumundan ümmet toplumuna dönüşmesi için tasarlanmış bir çözümleme olabilir. Bu ümmet rüyasından ancak iç savaş kâbusu çıkar.
Bir defa Cumhurbaşkanı’nın değil Türk milletinin ülkesi. Sayın Akşener’in bu konuda bir önerisi oldu, biz de İYİ Parti olarak tekrarlıyoruz: Referandum. Türk milletine soralım, bu kararı tek başınıza alamazsınız. Her konuda referandum diyorsunuz, burada da referanduma gelin, hadi bakalım. Yüzde 80’den fazla ‘hayır’ çıkar. Biliyorlar, o yüzden Türk milletinden kaçırıyorlar. Burası kolay vatan olmadı. Milyonlarca Arap’a vatandaşlık verip, Türkiye’nin geleceğini karartmaya kimsenin hakkı yok.
Ben bunu çok emperyalist ve Suriye halkının düşmanı bir açıklama olarak görüyorum. Bu insanlar geri döndüklerinde doktora, mühendise ihtiyaçları olmayacak mı? Bu emperyalist zihniyetin bir benzeridir. Biz Suriyeli doktorlar da, öğretmenler de dönsün istiyoruz. Herkes vatanına dönsün, vatanında mutlu olsun. Biz insanların ne topraklarını, ne beşeri hazinelerini sömürelim. Üstelik eğitimli kesim Türkiye’de fazla sayıda değil.
Diyor ki, bir milyon insan 440 kilometre uzunluğunda 32 kilometre derinliğindeki şeride yerleştirilecek. Sonra bir milyon insan da onun alt bölgesine yerleştirilecek. Nereye gidecek bu bir milyon insan? PKK-PYD kontrolündeki bölgeye gidecek. Peki PKK kabul edecek mi, hayır etmeyecek. Geçerliliği yok. Peki Türkiye sınırına yerleştirilecek diğer bir milyona bakalım. Biz bu bölgeyi kontrol ediyor muyuz, sadece 120 kilometreyi… Buraya 405 bin kişi yerleştirilebilir. Demek ki bir milyon değil. 30 Ekim’de Türkiye, Rusya, İran dışişleri bakanlarının açıklaması BM’ye verildi. BM Güvenlik Konseyi bu açıklamayı kendi açıklaması olarak yayımladı. Son maddesi Suriyelilerin Türkiye’ye nereden geldilerse oraya dönmelerini öngörüyor. Doğrusu da budur. İlginç olan Türk Dışişleri Bakanlığı bunu sitesine koymadı, Rus bakanlık koydu. Buraya kim gelir biliyor musunuz, bugün İdlib’de HTŞ’nin tabanını oluşturan bir grup insan gelebilir. Bazı şeylerin cevabı verilmeli. Erdoğan diyor ki, biz burada binalar yapacağız. Kimden istimlak edeceksiniz bu arazileri? Binaları yaptınız, tapuları siz mi vereceksiniz, Suriye devleti mi verecek? Kimin parasıyla yapıyorsunuz? Bu proje Türk toplumunun gazını almaya yöneliktir. Önümüzdeki dönemde çok fazla bahsedileceğini de zannetmiyorum.”
LİBYA: STRATEJİK ÇILGINLIK
“İdlib tam anlamıyla bütün radikal unsurların toplandığı yer oldu. Bu radikal unsurlar Türkiye’yi dinlemiyorlar. Bunları Türkiye’ye kabul edemeyiz, sınırda da olmamalılar. Kabul edersek yarın Türkiye’ye karşı savaş başlatabilirler. Ortadoğu bölgesi dışına çıkması lazım. İki yere gidebilirler; Biri Afganistan, ikincisini şimdi söylemek istemiyorum.
Daha Suriye meselesinde girdaptan çıkmadan, Türkiye’nin kaynaklarının denizaşırı bir ülkede kullanmaya, bir iç savaşa müdahil olmaya kalkmak bir stratejik çılgınlıktır. Türkiye ile Libya arasında yapılan kıta sahanlığı anlaşması doğru bir anlaşmadır. Ama bunu imzaladık diye Libya’da iç savaşın parçası olacak şekilde Türk ordusunu Libya’ya angaje etmek kabul edilebilir değildir. Bu beraberinde komplikasyonlar getirebilir. İHA ve SİHA’ların indirildiği havalimanına bizim uçaklarımız ayrılır ayrılmaz isyancı hava kuvvetleri saldırdı. Yarın oraya giden savaş gemilerinin bombalanması, batırılması, Türk uçaklarının düşürülmesi gibi süreçler söz konusu olursa ya da Türk ordusunun lojistik desteğinin kesilmesi için uluslararası bir yapılanma gerçekleşirse ne olur; bunlar tehlikeli senaryolar. Bugün yapılanın ötesine geçmemek lazım.”
KİM ‘SURİYELİLER KALSIN’ DİYOR?
“ABD: Nedeni Suriye’nin kuzeyinde ABD destekli kurulan PKK’istan’ın kurulması Suriyeliler Türkiye’de kaldıkları zaman çok daha kolay olacağı gerçeğidir. Arapların ülkelerine dönmeleri durumunda PKK’ın gasp etmeye çalıştığı topraklarda Arap nüfusu çoğunluğu oluşturacak ve PKK’istan politikası zora girecektir.
AB: Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de kalması için propaganda yapan kişi ve grupları fonluyor, Türk halkına psikolojik operasyon yürütüyor. Aslında Suriyelilerin Türkiye’de kalması durumunda Türkiye, Ortadoğu ile Avrupa arasında köprü olmaktan çıkacak, Ortadoğululaşacak ve Ortadoğu’nun sınırları, Gaziantep’ten Edirne’ye taşınacak. Bu ise bundan sonraki ilk jeopolitik sarsıntının sonuçları ile AB’nin doğrudan karşılaşacağı anlamına geliyor. Politik miyop olan Brüksel bu gerçeği görmemekte, zamanı değil, günü kurtarmaya çalışıyor.
İsrail: Milli güvenliği için Ortadoğu’da dost bir Kürdistan’ın kurulmasını, kurulduğu günden beri hedefliyor. Bu amaçla Irak’ın üçe, Suriye’nin dörde bölünmesi bir İsrail-Amerikan planı olarak 1970’lerin sonu 1980’lerin başından itibaren gündemde. Şimdi PKKistan’ın kurulmasının kolaylaşması için Suriyelilerin Türkiye’de kalmasını istiyor.
PKK-PYD Terör Örgütü: Burada kontrolü sürdürebilmesi, etnik temizlik sonucunda Türkiye’ye kaçan Suriyeli Arapların ve Türkmenlerin geri dönmemesine bağlı. Bundan dolayı HDP ısrarla Suriyelilerin Türkiye’de kalmasını destekleyen açıklamalar yapıyor. Ancak HDP tabanı bu konuda PKK ve HDP’den ayrışmakta ve Suriyelilerin Suriye’ye dönmesini çok güçlü şekilde talep ediyor.
İŞİD ve Sözde Cihatçı Selefi Örgütler: Suriye mafyası ile aynı nedenlerle kendileri için bir eleman devşirme deposu olarak görüyor. İŞİD’in önümüzdeki kısa dönemde yapacağını duyurduğu terör eylemlerinin ötesinde orta vadeli Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması sürecinde çok önemli bir işlevi emperyalizm adına yerine getirecek.
Türkiye’de selefi ve radikal İslamcı gruplar: Bu gruplar Türk kimliğini, Arap kitleler ile sentezleyerek ümmetleşme sürecini başlatacaklarına inanıyor.”
SOYLU ZOKAYI YUTUYOR
“İçişleri Bakanı olan birinin mafya ağzıyla konuşmaması lazım. Kendisine hakkettiği cevabı ben mahkemeye vererek verdim. Süleyman Soylu İçişleri Bakanlığı yapıyor ama Türkiye’ye yönelik tehditleri algılayabilecek donanım, bilgi ve formasyona sahip değil, geçmişte de değildi. FETÖ’nün terör örgütü olduğunu anlamadı, ben anladım, ilk günden itibaren mücadele ettim. O, uyandığında çok geçti. FETÖ’nün kendi ifadesiyle zokasını yuttu ve PKK ile müzakereleri savundu. Şimdi mücadeleyi savunuyor. Suriyeliler konusunda zokayı yutuyor. Soylu benim durduğum noktaya hep geliyor ama sonradan geliyor. Suriyeliler konusunda da gelecek, umarım geç olmaz.”
İLK KEZ DAVUTOĞLU’NA AĞIR LAFLAR ETTİM
“Bir ağustos sabahı inşaat için bir doktor arkadaşımla Ankara’da Rüzgarlı Sokak’a malzeme almaya gittim. Dükkanın önünde bir Suriyeli kadın, kucağında birkaç aylık bir bebekle oturuyordu. Doktor arkadaşım “bebek prematüre doğmuş” dedi. Anlaşılan kadın sütten kesilmiş ki, önünde kaldırımda yerde yarısına kadar dolu bir biberon vardı. O ağustos sıcağında süt zaten yoldan gelip geçenlerin çıkardığı tozla pislik içinde kalmış, kısa zamanda bozulmaması mümkün değil, Yardım etmeyi düşündük. Fakat ne yapabilirdik ki… Yapabildiğim tek şey Türkiye’yi Müslüman Kardeşler kafasıyla maceraya sürükleyen Davutoğlu’na twitter’dan ağır laflar etmek oldu.”