Ülkücüler...
Adı kalleş olan ölümle sonuçlanan olaylar ömrümüzün sonuna kadar iz bırakır bizlerde... Bu satırların yazarında erken başladığı için cam kesiği derin yaralar bir türlü peşini bırakmaz.
1970'li yıllara doğru acı nostaljiler ile başlayalım hafta sonu yazısına... Ankara-Yenimahalle'deyiz. Üstelik kozmopolitik bir hız ile büyüyen Demetevler... Mahalle, cadde, sokak kahvelerin ayrıştırılıp hakimiyet adına insanların bir birlerini gırtlakladıkları acı günler yaşandı. Bu gün bile bizim mahallenin yeni nesillerine hüzünlü aşk hikayeleri yerine kavga günlerinin intikam hırsı miras kalmıştır. En büyük sebebi şüphesiz şimdileri kocaman sessiz bir kente dönüşen Karşıyaka Mezarlığı'dır. Solcusu, sağcısı, ülkücüsü-devrimcisinin Karşıyaka Mezarlığı yüzünden yaşadığı bedbahtlık kelimelere sığmaz. Hafızalarımızın derinliklerinde O günlerin acısı ile yazılmış üç-beş beyitli şiir kaldıysa da, romanının yazılmayışı, sinema filminin çekilmeyişi hep uktedir içimizde. Evet, Yenimahalle İlçesi ve Özellikle Demetevler, Karşıyaka Mezarlığı'na yakın olduğu için bütün kesimlerinin kaderine "cenaze levazımatçılığı" düşmüştür.
Başkentin neresinde "ölüm" ile neticelenmiş bir olay var ise buluşma noktası Karşıyaka Mezarlığı'dır. Adli Tıp'tan, hastahanelerden cenazeler buraya getirilerek morga konur. Gösteriler, intikam yeminleri burada gerçekleşir. Göz yaşları, çığlıklar burada atılır. Ölenin ailesi Ankara dışındaysa buradan tabuta konularak memleketine uğurlanır. Yoksa belediyenin belirlediği yerde toprağa verilir. Cenazenin siyasi sahiplerinin definde dikkat ettiği en önemli husus ise yakınlarda karşıt görüşlü birinin mezarının bulunmamasıdır. 12 Eylül darbecileri bile bu hususa dikkat ederek Necdet Adalı ile Mustafa Pehlivanoğlu'nu aynı gün asmalarına rağmen ailelerine haber bile vermeden yan yana gömmediler. Ada-parselini ayırdılar. Bir dönem farklı görüşün ölüsüne bile saygı duymayanların mezar taşlarını tahrip ediş alçaklığına hiç girmeyelim.
Yılbaşı gecesi Reina'daki katliamda şehid olan Mersinli polis Burak Yıldız ile ilgili haberleri okurken de 70'li yıllara döndüm. Bir ağabeyi iki yıl önce polis olmuş. İşsizlik yüzünden Burak da 21 yaşında 6 aylık polis... Reina sadece Türkiye'nin değil dünyanın bildiği bir eğlence merkezi. Oraya 6 aylık 21 yaşında polisi koruma için koyanlara isyan ettim. O'nun amirinin, müdürünün o yaşta bir polisin o kapıya konmayacağını hesaplayamayışına öfkelendim. O genç çocuğun, dünya güzeli kızların, film setlerinden gelen şuh kadınların, mankenlerin, milyonluk arabalarla gelip içeri girerken neler hayal edebileceğini bir düşünün... Daha moda deyim ile empati yapın. O polisin yerine koyun kendinizi... Çoğu anlar elinde tam olarak kullanmayı öğrenemediği silahın farkına bile varamaz genç fidan. Benzerlerini her gün metroda, caddelerde, meydanlarda, otobüslerde görüyorum. Bir elinde silah öteki elinde akıllı telefon. Amirleri elbette uyarıyor. Ama 1-2 saat değil, en az 12 saat ayakta bu çocuklar. Adı üzerinde; "delikanlı". Kafasında kavak yellere esmesi kadar tabi ne olabilir ki... Bu ve benzeri zaafiyetleri gizleyebilmek için hamasi nutuklar atıp, şehid cenazelerinde slogan atmakla bu kriz yönetilmez. Bir fırsat bulup bu zaafı hatırlatmayı düşünürken, bir kaç gün sonra telfonum çaldı. Ateş çemberinden defalarca geçmiş, maphus demlerinde isimleri kazınmış dostlar efkar ile aradılar. İçimizi acıttığı gibi kahramanlığı ile gurur kaynağımız şehid Fethi Sekin'i anlatmaya başladı can dost İbrahim Sungur... Bir mıh, bir nal, bir asker, bir at misali bir yiğidin bir olayın kaderini değiştirmesini konuştuk bir süre. Emniyet'te yıllarca ülkücülerin tasfiye edilerek cemaatin hipnoza uğramış personeli yüzünden yaşanan güvenlik zaaflarından örnekler verdik. Doluydu İbo... Duygusallığın nirvanasını zorluyordu. "O polis Ülkücü olmasa, tabancasını çekip, tek başına avlayamazdı hainleri... O polis ülkücü olmasa maazallah orada 40-50 insan ölürdü. Ama ülkücünün kıymeti yok... Ülkücüleri temsil ettiğini sananlarda O'nun tabutuna omuz vermekten ürker hale gelmiş..." diye hayıflandık beraberce. Elazığ'daki köyünde göz yaşları ile toprağa verilen Fethi Sekin'in ülkücü kimliğinden bahseden olmadı merkez medyada... Sosyal paylaşım sitelerinde Fethi ile Fırat Çakıroğlu'nun inançla tebessüm eden fotoğrafları kaldı. Ülkücü kimliği taşıdığı iddiasındaki milletvekilleri avucumuzun arasından kayıp gitmekte olan Kıbrıs'ı düşünmüyor, Cumhuriyetimizin değerlerinin yok olma endişesi duymuyor. Binlerce şehit gibi ne Fethi'yi ne de Fırat'ı akıllarına getirmeden milletin gözü önünde "evet" diyebilme gafletinde bulunuyorlar ne acı...